20 Temmuz 2020 Pazartesi

AĞAÇLARI ve YILDIZLARI ISKALAYAN HAYATI ISKALAR!


Selçuk Altun'un "Ardıç Ağacının Altında" adlı romanında rastladım "Ağaçları ve Yıldızları Iskalayan Hayatı Iskalar" özdeyişine.  Roman, Tirebolu'da güngörmüş dedesi tarafından büyütülen bankacı, sanat koleksiyoneri, çapkın Erkan'ın çocukken dedesiyle bahçelerindeki Ardıç ağacı altındaki sohbetleriyle, olgunluk çağında aynı ağacın altında yaptığı yaşam muhasebesini anlatıyor. Dededen işitilen Ağaçları ve Yıldızları Iskalayan Hayatı Iskalar öğüdü ile de ara ara okur yoklanıyor. İşte o okurlardan biri olarak, bu söze Anadolu'nun Karadeniz'e kapısı Ilgaz Dağı'nda bir çadır kampında yakalanınca, 1910 metre yüksekte Gökseki Yaylası'ndaki misafirliğimizi, ağaçlarla, yıldızlarla bir olmak neymişi anlatmak şart oldu.  Şehirli, doğasever yüksek dozda oksijene maruz kalınca, tekrar kaleme/klavyeye sarıldı...



Kapak Resmi: Leonardo da Vinci, Ginevra de' Benci Portresi

Corona tedbirleri tedirginliğinde çadır kampına gitmeye karar vermek te hazırlanmak ta kolay olmadı. Açık havadayız (fazlasıyla), küçük bir grubuz telkinleriyle, biz de varız diyebildik. İnsanın kendi sağlığı, toplum sağlığı için uyması gereken asgari kuralların ötesinde risk, tedbir algısı çok değişebiliyor. Alıştığımız yaşantılardan vazgeçmenin, hayatı ıskalamanın burukluğunda hepimiz bir denge bulmaya çalışıyoruz. Ezcümle, çadır, uyku tulumu gibi malzemeler temin edildi, yollara düşüldü.

Ankara'nın kuzey çıkışında Kalecik, Çankırı derken bozkırı geride bırakıp, Karadeniz'in dağına ormanına varıyoruz. Yola çıktığınız andan itibaren insanın gözü kulağı farklı olanı seçmeye başlıyor. Önce yavaş yavaş şehrin kalabalığı çekiliyor. Salgın sonrası şehirlerdeki nüfus yoğunluğunu daha bir hisseder olduk. Hava kirliliği, trafik, altyapı yetersizliği alıştığımız birşeydi de, hastalık riski stresi artırdı. Köyden kente göçü konuşuyoruz yolda. Gideceğimiz yaylada tanıdıkları olan arkadaşımız anlatıyor, yörede kentte işi olmayan gence kız vermiyorlarmış diye... Şehirler, yaşam tarzı, iş olanaklarıyla cazibeli görünüyor. Yine de iklim krizinin tüm dünyanın ortak meselesi olduğu günümüzde, yüksek nüfusun, şehirlerdeki yoğunlaşmanın temel problem olarak görüldüğüne bir not düşelim.

Taş, tomruk düşebilir, Ayı çıkabilir...

Kastamonu tarafı, Ilgaz bölgesi ayılarıyla ünlü malum. Gitmeden yaban hayvanlarına karşı kampçıların dikkat etmesi gerekenleri araştırdım dahası köyde yaşayanlardan ayıların bu mevsimde daha aşağılarda orman meyvelerinin tadını çıkardığını, yavrularını beslediği bilgisini alsam da, yolda Karayolları Genel Müdürlüğü'nün karşıdan karşıya geçen ayı tabelasını görünce aldı mı gene bir korku... gece yatmadan, -Allahım yattığım gibi kalkmayı nasip et teslimiyetiyle, gözlerimi kapatabildim.

Yaylaya çıkmadan Çatören'de köyün sakinlerinden Mustafa Bey ile yaptığımız sohbette bu sene yağmurlardan orman coştu, devletin kredileriyle manda yetiştiriciliği yapıyoruz gibi havadisleri alıp, çayını içtikten sonra, traktör pikap önde bizim arabalar arkada, hep beraber kamp yerine hareket ettik. Yazın ortasında Karadeniz'in dağlarında çiçekler, dere hala ilkbahar... 

Bu ne güzel memleket, yüksek dağlarında kış,
Yollarında sonbahar, deresinde ilkbahar
Altın günışığında yazın sıcaklığı var

İnebolu, 1921, Nazım Hikmet

Fotoğraf: Gökhan Koçak

Orman yolu kenarında birikmiş tomruk dizilerinin eşliğinde kıvrıla kıvrıla varıyoruz Gökseki'ye. 50 km.'lik oval bir kütle olduğu söylenen Ilgaz Dağları'nın Büyükhacet (2587 mt) ve Küçükhacet (2546 mt) zirveleri, serin rüzgar ve civar çayırlarda salınan ineklerin çan sesleri karşılıyor bizi. Derin birkaç nefes ile nerede olduğumuzun farkına varıp, Küçükhacet'in eteğinde, suya yakın, çadır kurmaya uygun bir yer belirleyip, işe girişiyoruz.



Fotoğraf: Hüseyin Sarı


Fotoğraf: Gökhan Koçak


Fotoğraf: Gökhan Koçak

Fotoğraf: Hüseyin Sarı


İlk kez kamp çadırı kurmanın acemiliği belli oldu ki, yakınlarda sürüsüne gözkulak olan, çobanlık yaptığını tahmin ettiğimiz Orhan yanımıza yaklaşıp, (rahmetli babamın adaşı olunca ismini hemen öğrendim.) gece rüzgarda uçar bu çadır uyarısıyla, önce çadırın yerini sonra çaktığımız kazıkları beğenmedi. Çadırınızı sağlam kazığa bağlamak istiyorsanız, büyük taşlar bulmanız lazım dedi. Bakındım etraf çayır çimen, taş yok. 5 dakika geçmedi, irili ufaklı bir çuval taş, bir de büyük çekiçle çıktı geldi sağolsun. Öğrendik ki, Orhan askerliğini komando olarak yapmış, 17 kişilik çadırlar, kurarlarmış... 



Şanslıydık, gece fırtına, yağmura yakalanmadık. Nemli soğuktan ve yaylanın seslerine kulak kesilme merakından sık sık uyandım. Bir ses vardı ki, gece boyunca bütün mekana hakim ve adeta hizaya getiren bir tonda uzun uzun yankılandı. Sabah arkadaşlara -neydi o ses ya, diye hayretle sorduğumda, -baykuş o baykuş, dendi konu kapandı. NTV Radyo'da Şehir Kuşçusu programında gece baykuşu'nun anlatımına rastlayınca geçenlerde, internetten ses kayıtlarını dinledim ama yok o değil. Ya bizim kuşun nefesi kuvvetliydi ya da yayla ortamında ötüşü bir başka yankılanıyordu bana...

Büyükhacet'e zirve yapmadan dönmeye razı olmayan dağcı ekip sabaha karşı saat beşte yola çıktı... Önceki gün yaptığım yürüyüşten memnun, biraz da "durma" ihtiyacıyla,
 kahvaltı hazırlamakla görevli gruba katıldım.  Dağ şartlarında kahvaltı, çay, menemen hazırlığı da başlıbaşına bir iş. Biz de o heyecanla vazifemizi yaptık.


Fotoğraf: Hüseyin Sarı

Mustafa Bey'in oğlu Hakan ince bir misafirperverlikle kahvaltı için taze sağılmış, kaynatılmış süt getirdi.  Plastik kredi kartlarımızı uzatarak marketten almaya alıştığımız sütten bir hayli yağlı, kokulu sütü içerken, az önce sabunla elimi yıkadığım yalakta yanıbaşımda su içen mülayim ineği düşündüm... Hay Allah, sabun hayvancağızın suyuna karıştı gibi ekolojik farkındalıklar böyle ortamlarda en basit haliyle, doğrudan yaşanıyor.

İnsan eliyle kurulan şehir düzenlerimizde doğayla bağımız zayıflayınca, doğanın güzelliğini yaşamak, koruma sorumluluğu ve hatta doğanın bir parçası olduğumuz için kaderimizin de aslında bir olduğu gerçeğini anlamak kolay olmuyor.  Bu anlayış ve yakınlaşmanın en kolay yolu doğada vakit geçirmek belki de. İnsana fiziksel, psikolojik faydasını bilim de onaylıyor.  Teknoloji bağımlılığı ve Corona nedeniyle kapalı kalma konularına hiç girmiyorum...

Güneş batmaya yakın gökyüzünde -Mai ve Siyah sonra -Kızıl ve Kara'nın karışması seyirlikti.  Gece yakılan kamp ateşinde, önce yıldızların ışıltısı ardından da Küçükhacet'in arkasından parlak temiz bir beyaz ışık olarak yükselen ay gecemizi aydınlattı.  4 Temmuz'daki Dolunay'ı Ankara'dan resimleyen sosyal medya fotoğraflarındaki sarımsı ve dalgalı ayın bizim gördüğümüz ay ile ilgisi yoktu. Hava kirliliği ya da zamanlama farkı mı emin olamadım.

Fotoğraf: Gökhan Koçak

Fotoğraf: Gökhan Koçak


Fotoğraf: Gökhan Koçak


Fotoğraf: Gökhan Koçak

Yazıyı bitirirken, hatırlanmazsa olmaz -Ilgaz Anadolu'nun sen yüce bir dağısın- eşliğinde, burada ismi geçen geçmeyen tüm kamp arkadaşlarıma ve yazıyı buraya kadar okuyan herkese selam ederim, sağlıcakla ve doğayla kalın...