9 Eylül 2017 Cumartesi

BABAMDAN NE ÖĞRENDİM...



Babamı kaybettik... Önce bir beyin kanaması, ardından 6 aya varan bir hastane dönemi. Tüm sıkıntısına karşın, metanet ve zarafet içinde geçirdiği günlerin ardından, Hakkın rahmetine kavuştu sevgili babam... Bu zaman zarfında, ailesi olarak bizler de, babamla vedalaşmanın hüznünü yaşarken, bir yandan da, yaşlılık, ölüm düşüncesi ve ölümün kendisi ile yüzleştik.  Nasıl mı, elden ayaktan düşmeyi, yaşlılığın zor olduğunu, hepimizin ölümlü olduğunu bilmekle, en yakınınız üzerinden bizzat tecrübe etmek aynı şey değilmiş... Önce insan vücudunun gücünü ve güçsüzlüğünü, sağlığın, güzelliğin geçiciliğini, uçuculuğunu, hayatın bir anda kontrolden çıkabildiğini yaşadık. Sonra bir zaman, bir hayat telaşesine karıştık, bir de her zaman ayrı bir dünya olarak gördüğüm hastane koridorlarının tedirginliğine... Ölümün, hastalığın uğramadığı ev yok...benzer tecrübeleri yaşayan yakınlarımızın tavsiyelerinden yararlandık.  Eş dost, akrabamızın desteği hiç eksik olmadı.  Ve tabii ki, Ankara Üniversitesi İbn-i Sina Hastanesi ve Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi reanimasyon ve yoğun bakım servislerinin özveriyle çalışan hekim, hemşire, hasta bakıcı tüm personeline de ailece minnettarız...  Allah herkesten razı olsun.

Yakınını kaybeden insan psikolojisi olsa gerek, zihniniz günlük yaşamınızda her yaptığınız işte kaybettiğiniz kişi ile ilgili bir anıya, yaşanmışlığa gidiyor. Ya da kaybı telafi etmek için daha çok hatırlama çabasına giriyorsunuz, bilemiyorum.  Bir de şöyle bir söz var, çeşitli yazarlara atfedilen, "insan iki kere ölür, biri son nefesini verdiğinde, biri de ölen kişinin adı en son anıldığında..."  Gidenin ruhu şad olsun denir, böyle anmaların ardından ama anmak, geride kalanların da, bir o kadar ihtiyacı belki. Bu duygularla babamın bendeki birkaç anısını yazmak istedim.  

Babam Orhan Sayın, geçmişine, anılarına önem veren bir insandı.  Kendi başına zaman geçirmeyi sever, düşüncelere dalar, aile çevresinde, memleketi ve çocukluğunun geçtiği Hadim'i (Konya), okuduğu okulları, oradaki anılarını anlatmayı severdi.  Bugün düşünüyorum, bendeki yazma üzerinden anlatma hevesi de belki ondan geliyor.  Çocukken hatırladığım bir ajandası vardı, gazetelerden kesilmiş özlü söz, yazıları yapıştırdığı.., benim de çok defterlerim oldu böyle... Çetin Altan'a büyük hayranlık beslerdi. Meraktan, ortaokul yıllarında, ben de başlamıştım Çetin Altan'ın gazetedeki köşesini izlemeye.

Üniversite yıllarını geçirdiği İstanbul'u çok sever, o zamanlarını çok anlatırdı. Öyle zamanlar ki, babamın deyişine göre, İstiklal Caddesi'ne kravatsız çıkmadıkları, 1960 İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü öğrenci olaylarına tanık olduğu dönemler.  Mezun olduğu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve döneminin hocaları ile gurur duyardı. Ceketinin sol yakasında, üniversitenin karınca rozetini taşırdı çocukluk yıllarımda.  Yine de meslek seçimimi yaparken, Hukuk okumamı istemişti. Ekonomi, işletme, maliye, üç disiplini beraber vermek istediler bize, sen hukuk oku, birine sahip çık yeter demişti. Daha yüksek puanlı bölümleri de kazanabiliyor iken, babamın tavsiyesine uydum. Pişman da olmadım. Hukuk okumanın değeri de, son yıllarda anlaşıldı Türkiye'de bu arada.  Ben fakültenin birinci sınıfındayken, kendisinin öğrencilik zamanında ciltlettiği Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ve Sıddık Sami Onar'ın Medeni Hukuk, İdare Hukuku kitaplarını önüme koymuştu.   Hıfzı Veldet'in medeni hukuk kitabı, genel hükümler, "iyiniyet" kısmında "iyiniyet deruni (içsel) bir kavramdır." sözü dikkatimi çekmişti ilk.  Babam da, ben de kelimelere meraklıydık.  90lı yıllarda hukuk fakültelerinde, kanun dilinden dolayı Arapça kelimeler, terimler çok yoğundu, sorardım sık sık.  O da, Arapça'da kural olarak, kelimenin ortasındaki harflerden türetilen, yakın anlamdaki kelimelerden anlamları buldurmaya çalışır, bilemeyince hayrete düşer, neredeyse kızardı. Ben de kızıyorsun ama bu kadarını bilmeyenler de var, diye kendimi savunurdum.

Yeni yetme, ergen yıllarımda kullandığım bozuk Türkçe denilebilecek sözlere takılır, "ne ilgisi var" anlamında "ne alaka" sözünü bile yakıştırmazdı ağzıma.  O zamanlar tepki duysa da insan, bilinçaltında etkileniyor demek ki, şimdi bile kolay kolay argoya dilim varmaz.

Yabancı dil, İngilizce öğrenmek içinde ukde kalmıştı. Olgun çağında bile birkaç çabasını hatırlıyorum.  Bir iki yıl boyunca, her hafta elinde İngilizce öğrenme amaçlı, Gelişim Oxford serisinin bir fasikülü ile eve gelirdi, ama pek ilerleme kaydedememişti. Yine babam gibi benim de benzer birkaç girişimim olmuştu, çocukken ve daha yakın zamanlarda.  Göz ucuyla bakıp -zor işler bunlar kızım, yorma kendini, derdi. Bu arada babamın özenip ciltlettiği kitap ve dergileri hep sevip sahiplendim ama yıllar içinde kaybedip geri vermeyince, aklına geldikçe serzenişte bulunurdu hep. 

Babamdan görüp, etkilendiğimi düşündüğüm bir diğer konu da, insanları olduğu gibi kabul edip, niyetlerine önem vermeye meyilli olmasıydı.  İnsan ilişkilerinde mizaç, karakteri görmenin, kabul etmenin önemini söyler, onun ötesinde beklentiye girmemek lazım derdi. Kabullenmek her zaman kolay olmasa da, insan ilişkilerinde bu tutum benim için rahatlatıcı oldu.

Babamın çalıştığı Sayıştay'ın lojmanında oturduğumuz yıllarda, denetçi arkadaşlarının birbirlerine takılmak için kullandıkları eğlenceli lakapları vardı. Birgün, babama değil ama anneme sorduğumu hatırlıyorum, babamın da bir lakabı var mı diye, var demişti "Baba Orhan" diyorlar babana... o nedenle yıllar sonra, cenaze merasiminde, Sayıştay Başkanlığı'nın çelenkini görmenin ayrı bir anlamı oldu hepimiz için.  

Kaybettiğimiz yakınlarımızın aziz hatıralarına tüm saygımla, herkese sağlık ve esenlikler dilerim..


"Sevdiğini kaybedince, insanın yüreğinde kırk mum yanarmış. Sonra her geçen günde mumlardan biri sönermiş. En sonunda geriye bir mum kalırmış. O tek mum, yaşam boyu sönmezmiş, insan ölünceye dek içinde yanarmış…

… İnsan sevdiklerini yitire yitire yaşar; yıllar geçtikçe, yanan ve sönen mumlar birbirine karışır… Öyle ki gönlünde hangi mum kimin için yanıyor bilemezsin; mumun alevinde sevdiğinin kimliğini göremezsin, yalnız belli belirsiz bir acının dumanı titreşir…

… Zaman geçtikçe acı uslanır, akıllanır, bilgeleşir; hüzne dönüşür; yara kapanmıştır; ama, inceden inceye sızlar."

 İlhan Selçuk, Duvarın Üstündeki Tilki*


60lar, 80ler, 2000ler... Eski güzel resimler için Foto Konfor Kasımpaşa-İstanbul'a selam olsun!


https://tutunamayangiller.tumblr.com'a teşekkürler











0 yorum :

Yorum Gönder