16 Ekim 2016 Pazar

JAPONCA ÖĞRENMEK HAYATINIZI NE KADAR DEĞİŞTİREBİLİR...?



JAPONCA ÖĞRENMEK HAYATINIZI NE KADAR DEĞİŞTİREBİLİR...? Japon arkadaşlarınız olur, sohbet eder, yazışırsınız, Kapadokya'da turist rehberliği yaparsınız, Japonca üzerine Hitachi firmasının sponsorluğunda düzenlenen yarışmada 1.lik ödülü kazanabilir, Japonya'ya yerleşmeyi düşünebilir ve herşeyden önemlisi Japonca öğreneceğim derken, geçirdiğiniz ölümcül kazanın travmasını unutabilirsiniz... yazdıklarımın hepsi Tolga Çimen'in başından geçti...

Yaşam Koçluğu eğitimi sırasında “değişime koçluk” dersinde haberdar oldum hikayesinden... Duyar duymaz da, tanımak, yaşadıklarını kendisinden dinlemek istedim. İnsanın 9. kattan düşmesi, sonra zamanla olayın etkisinden kurtulmak için yeni bir dil öğrenme gayreti ile hayata sarılması herkesi etkiliyor. Öğrenmenin insanın hayatını zenginleştireceğine, dönüştürebileceğine inananlar için ise, 
JAPONCA ÖĞRENMEK HAYATINIZI YALNIZ DEĞİŞTİRMEZ, KURTARIR DİYECEĞİ BİR HİKAYE ONUNKİ...

Bir kısa not. Japonya, 80'lerde, çocukluk yıllarımda izlediğim "Shogun" dizisinden beri benim için gizemli, görsel olarak çok zengin bir dünya.  Mangalar, anime filmler gibi popüler kültür ürünleri, sanat eseri görünümünde yemekleri, baştan aşağı stil geleneksel saç, kıyafetleri, çay seremonisi, ikebanası ile heyecan veren bir ülke.  Teknolojide öncü aynı zamanda geleneğin izinde "sade dinginlik" (wabi), "zarafet ve sakinlik" (sabi) değerlerinin de peşinde.  Söyleşinin amacı yabancı dil öğrenme hikayesi olsa da, bu dilin tesadüf bu ya, Japonca olmasına da ayrıca mutlu oldum. 
   

S: Sizi tanıyabilir miyiz…

T: Adım Tolga Çimen, 40 yaşındayım bir kamu kurumunda çalışıyorum, evliyim ve 7 yaşında bir kızım var. Bundan 20 yıl önce başımdan akıllara zarar bir kaza geçti ve milyonlarca mucizenin biraraya gelmesi ile hayatta kaldım. Tedavi gördüğüm hastanede herkes beni “Mucize Çocuk” olarak tanımış… Hayatta en önemli şeyin “sağlık” kalanların ise teferruat olduğunu yaşayarak öğrendim…



Olmazsa olmaz Sakura Çiçekleri ile...




Türk Japon Vakfı'na gittik 

S: Kazanın etkilerini nasıl atlattınız ?

T: Kazanın ardından 3.5 ay kadar şuur kaybı yaşadım. Şuurum yerine geldikten sonra gerçek hayata uyum sorunu yaşadığım için psikolojik destek aldım. Düşünün gözünüzü açıyorsunuz, 9. kattan düştüğünüzü, aylardır bilinçsiz yattığınızı öğreniyorsunuz. Başınızdan büyük bir olay geçmiş ve ‘’düştüm ama bundan sonra hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum’’ diyemiyorsunuz. Bu süreç çok zor, devamlı kaza anına dönüyorsunuz, bu yüzdendir ki, doktorum dikkatimi dağıtmam için yabancı dil öğrenmemi, bir dil kursuna başlamamı önerdi.

S: Doktorunuz neden yabancı bir dil öğrenmenizi istedi?

T: Doktor yabancı dil öğrenerek, zihnimi hiç kullanmadığım şekilde çalıştırmamı istedi aslında. Kazayı düşünerek hayatına devam etmemelisin, sonuçta olmuş birşey kaza, unutmak zorundasın dedi. Ben de onun tavsiyesine uydum ve tercih değil, tesadüf eseri “Japonca” öğrenmeye başladım. Akademik bir temelim olmadığı için, başta çok zor geldi dil öğrenmek. Japoncadaki en kolay alfabeden, küçük alfabeden başladım. Zamanla kimsenin anlamadığı bir alfabeden birşeyler okuyabilmek hoşuma gitmeye başladı. Sonra TÖMER'de Türkçe öğrenen Japon arkadaşlarla tanıştım. Gittim ben Japonca öğreniyorum bana yardımcı olun dedim. Onlara sorarak Japoncaya daha çok ısındım. Türk ponca diye birşey yaptık.

S: Türk ponca mı?
T: Türk ponca yani ben onlara Japonca konuştum onlar bana Türkçe konuşuyordu. Bir şekilde anlaşıyorduk, birbirimizin yanlışlarını düzeltiyorduk.

S: Girişkenlik, sosyal mizaç dil öğrenmede de fark yaratıyor olmalı.

Doğru, onların da hoşuna gitti bu. Çok yardımları oldu bana. Daha sonra ilerledikçe, Japoncanın ne kadar zor olduğunu anlıyorsunuz. Gecemi gündüzümü verip, Japonca'da bir şeyler yapmaya çalıştım. Bu arada ben nasıl düştüm, nasıl kaza geçirdim, gözüm niye böyle oldu sorularını, insanlara soru sormayı da unuttum. Kendinizi bambaşka bir yere vermiş oluyorsunuz. Doktorumun düşüncesi doğrulanmış oldu. Sorgulamayı bırakıp, yeni bir şeye kendimi adadım.



Uhei Bebekleri ve Yelpaze

Ertuğrul 1890

Japon-Türk ortak yapımı film (2015)

S: Japonca hakkında sizden neler öğrenebiliriz...

T: Japon alfabesi ideogram yani resim yazı, kelimeler resimlerle ifade ediliyor. Karmaşık gibi ilk bakışta ama öğrenince kolay. Dil uzmanı olmamakla birlikte, Japonca hakkında paylaşmak isteyebileceğim bilgiler... Japonya'nın 3 alfabesi var. “Hiragana”, “Katagana” ve “Kanji”. Hiragana ilk öğrenmeye başlayanlar için kolay bir alfabe. Genelde çizgi filmlerde olur, çocuklar için. Japoncaya başlayanlar onunla başlamak zorunda. Katagana Japonca’ya dışarıdan gelen kelimeler için özel üretilmiş bir alfabe. Kanji de en zor alfabe.  Kanji bilmezsen, Japonya’da gazete okuyamazsın, liseyi bitirmeyen gazete okuyamaz, televizyon seyredersin ama anlamazsın.

Japonca Türkçe'ye çok uzak değil. Köklerin sonuna gelen eklerle kelimeler değişiyor. Cümle dizilimi, bağlaç, fiiller aynı. Telaffuzda bir farklılık yok, gırtlaktan olan Çincedir.  Kapadokya'da gözleme satan teyze İngilizce, İspanyolcadan daha kolay öğrenebilir Japoncayı. Japonya da bir deyiş var “Bizim yazıyı söken kişi zor şeyleri iyi yapar” derler bununla bizim “Zahmetsiz rahmet olmaz” sözünü birleştirmek gerekiyor.

S: Yabancı dil öğrenmeye benim de hep merakım oldu. Kendimi farklı seslerle ifade etmenin eğlenceli olduğunu düşünürüm. Hala Fransızca öğrenmek için çaba gösteriyorum. Sadece konuşabilmek te değil, bir kültürü tanıyorsunuz dil üzerinden. 'İkinci bir dil bilmek, ikinci bir ruha sahip olmak gibidir' sözü aklıma gelir hemen. Japon dilini öğrenmek sizi nasıl bir yolculuğa çıkardı? Hem dil öğrenme anlamında hem de özgün, geleneğe önem veren, bir o kadar da modern bir toplumu tanıma anlamında soruyorum.

T:
Yirmi yıldır yalnız Japonca değil Japonya’yı da öğreniyorum diyebilirim aslında. Japon kültürünü öğrenmek, Japoncayı öğrenmekten daha zordur. Yine de doğuda kendinizi bir şekilde yakın hissedebileceğiniz toplumlardan biridir.

Öğrenirken çok özel şeyleri de fark ediyorsunuz.  Japonya'da bazı insanların işi sadece yazı yazmaktır, kanjileri doğru bir şekilde yazmak. Onlar için çok kutsal bir şey bu yazı. Misal, çiziliş sırasına uymazsanız o kelimeyi anlamazlar. Çiziliş sırasına göre yazmanız lazım.

S: Belli oluyor mu çiziliş sırasına göre yazmadığınız.

T: İlginçtir hemen belli oluyor. Farklılıklar da güzel mesela, “dinlenmek” kelimesi, “ağaç” kanjisi ve yanına “oturan adam” kanjisi, buna dinlenmek diyorlar. “Sevgi” mesela, “kalp” ve “nehir” kanjisi birleşiyor sevgi kelimesinin karşılığı oluyor.


                                                                Dinlenme Kanjisi

S: Çok güzel bir şey bu, hem görsellik var, hem de sembol yüklü, doğa sevgisi çıkıyor sanki hep karşımıza.

T: Öğrendikçe daha çok öğrenmek istiyorsunuz.... Japonya'nın Ankara Büyükelçiliği'nin her yıl Ankara’da düzenlediği bir konuşma yarışması var. Konunun uzmanı 5 kişilik bir jüri sizi değerlendiriyor. ‘’Neden olmasın’’ dedim ve bu yarışmaya katıldım. Başımdan geçen, içinde Japonya'daki dostlarımın da bulunduğu, yaşanmış bir olayı anlattım, birinci oldum ve ödül olarak 2 haftalık rüya gibi bir seyahat kazandım.  Siz yeter ki Japonya ve Japonca konusunda samimi ve gayretli olduğunuzu onlara hissettirin, onlar sizi her yönüyle takdir edip, yardım ediyorlar.

                                                       
                                                      Altın Köşk Tapınağı - Kinkakuji


S: Sizce Japonca bilmenin iş hayatında ne avantajı olur ?

T: Japonya'da büyük şirketlerin dışında İngilizce konuşan az. İş dünyasında birçok firmada bu insanlara İngilizce değil Japonca ile yaklaştığınızda bir şekilde sizi tutuyorlar. Sony’de, Toyota’da İngilizce ile her şeyi halledebilirsiniz tabii. Amerika'da, dünyanın birçok ülkesinde de, Japonca'ya ilgi yüksek çünkü Japonya çok büyük şirketleri olan bir ülke. Ülkemizde gençlerin Japoncaya dört elle sarılması lazım. Akademik olarak pırıl pırıl gençlerimiz var bu işi iyi yapan ama ülke olarak Japonya’da çok varlık gösterebildiğimizi söyleyemem.

S: Japonya'da Japoncanızla iş yapabilecek duruma gelmek için ortalama olarak Japoncaya ne kadar emek vermek gerekir.

T: Birkaç yıl sağlam şekilde çalışmak gerekir.

S: Kızınıza Japonca öğretiyor musunuz?

T:
Öğretiyorum son bir yıldır. Çizgi filmleri youtube'dan indiriyoruz. Hoşuna gidiyor. Hayalleri var, Japonya'da yaşamak, üniversite okumak gibi.

S: Japonların kültürel değerlere önem veren bir millet olduğunu biliyoruz, Türkiye'ye, bizim kültürümüze ilgi nasıl, ülkemizin iyi temsil edildiğini düşünüyor musunuz ?

T: Japonlar ada ülkesi olduğu için yabancı kültürlere ilgi yüksek ve ülkemizi de çok seviyorlar. Çok sayıda gencimizin Japonca öğrenip ülkemizi Japonlara en iyi şekilde tanıtması bir temenni değil zorunluluktur. Medeniyetler tarihinde ‘ilk’ler bizim vatanımızdadır ve kültür konusunda duyarlı Japon halkına anlatmamız bir mecburiyettir. Ben sosyal medya aracılığı ile onbinlerce Japona ülkemizi ve tarihi güzelliklerimizi bıkmadan anlatıyorum ve anlatmaya da devam edeceğim. Bugün birkaç yüzyıllık tarihi olan Eyfel kulesini görmeye 3 milyon Japon geliyor ama 12000 yıllık Göbeklitepe’yi görmeye gelen Japon sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Piramitleri inanılmaz olarak gören tüm Dünyaya ve Japonya’ya, piramitlerden 7000 yıl önce sadece bir çakmaktaşı ile yapılan Göbeklitepe’yi anlatmamız gerekiyor ki, Urfa’da açılan Göbeklitepe Müzesi, bu tarihi bölgenin en güzel müzesidir. Truva, Kapadokya, Pamukkale ve sayısız antik kent, profesyonel destinasyonlarla Japon turistlere çok daha cazip hale getirilebilir.

S: Bu becerinizle ilgili gerçekleştirmek istediğiniz bir hayaliniz var mı ?


T: Japonlar farklı mutfak kültürlerini seviyor. Japonya’da iş çıkışı birşeyler yeme içme alışkanlığı çok fazla olduğu için son 15 yılda binlerce fastfood, Fransız ve İtalyan restoranı açıldı. En büyük hayalim Japonya’da simit ve kumpir yapılan bir mekan açmak. Japonya coğrafyasında pizzayı her yerde yiyebilirsiniz ama fırından yeni çıkmış sıcak bir simidi, kumpiri yiyebileceğiniz bir yer bulamıyorsunuz. İş çıkışı bir simit ve kumpir yemenin onlara cazip geleceğini düşünüyorum.… Hamburger ve pizza bu kadar tutulduysa, bizim simidimiz, lahmacunumuz ve kumpirimiz de aynı şekilde tutulacaktır.

S: Son olarak, Japonca bir cümleyle yapabilir miyiz kapanışı

T: Tabii, Yaşamboyu öğreniyorum olsun o zaman.

一生涯に習っています。

S: Arigato Tolgasan, yolunuz açık olsun...






10 Ekim 2016 Pazartesi

BİR TILSIMI OLMALI HAYATIN


Yaşam koçluğu sanal dergisi CoachTeamMagazine için yazılmıştır.
http://coachteam.com.tr/2016/10/02/bir-tilsimi-olmali-hayatin/

Böyle şövalye edalı başlık atmak herkesin harcı değil… Çetin Altan’ın “Bir Tılsımı Vardır Hayatın” yazısını ilk okuduğum 18 yaşımda, sözün gücü karşısında şaşırmış, özenle kesip saklamıştım yazıyı. Ruhu şad olsun, şiir tadında, destansı üslubu ile insanın hayat ile sınavını anlatıyordu yazısında. Ancak pek de kavrayamamıştım o zamanlar, insandaki iç sıkıntısının, içe sinmemenin nedenini. Bugün, o sararmış gazete küpürü, başka şeyler de anlatıyor sanki. Hayatın onca sıradanlığı, acısı, geçim derdi içinde, insanı canlı tutan, yaşama sevinci, coşku veren “tılsım” dedikleri sırra vakıf olma meselesi… Aslında o sırrın peşinde olmak bile bir hayat belirtisi…



Koçluk Platformunda Bir Tılsımı Vardır Hayatın yazısı üzerinden Çetin Altan’ı yad etmemizin sebebi, koçluk hizmeti almak isteyen kişinin de, aslında hayatının tılsımı, yaşama sevinci, motivasyonunun peşinde olduğunu bana düşündürtmesi… Öyle zamanlar vardır ki, sebebini bilerek ya da bilmeyerek, içimize sinmeyen bir şeyler, bir memnuniyetsizlik, iç sıkıntısı vardır hayatımızda… Bazen de halimizi, nereden nereye gitmek istediğimizi iyi biliriz de, nasıl başlayacağımızın gücünü kendimizde bulamayız…


Koçluk hizmeti elbette sihirli bir değnek, terapi türü iyileştirici etkisi olan ya da yönlendirici tavsiye vermek, telkinde bulunmak değil. Koçluk, kişinin içindekileri bulmasına yardımcı olma gayreti denilebilir. Koç ile danışan arasındaki iletişimde en büyük faydanın, danışanın “kendini ifade etmesi”, “anlatması”, “görmesi” üzerinden geldiğini düşünüyorum. Bu ifade etme, danışana “anlatıyorum öyleyse varım” hissi vermeli. Bunun için de, koçun üstün dinleme ve dinledikçe danışanı hem kendi perspektifinden hem de farklı bakış açılarından doğru sorularla düşündürtme becerilerini göstermesi gerekiyor. Kendini ifade etmenin nasıl temel bir ihtiyaç olduğunu, kişi üzerindeki rahatlatıcı etkisini biraz koçluk pratiği olanlar bilir. Bilir diye net yazıyorum çünkü danışanlar açık yüreklilikle paylaşıyorlar bu duygularını zaman içinde.


Anadolu’da güzel bir söz vardır “İnsan insanın zehrini alır”

 Başka bir cana içini dökme, anlatma ile duygusal olarak, kendini olduğu gibi kabul etme, kendine karşı şefkatli olmayı başarmak az bir iş değil…


Durmaksızın değişen yaşamda, hepimizin her şeye rağmen ayakta kalma, mutlu olma sorumluluğu ile gelişmesi, değişmesi gerekiyor. Sadece kendi mutluluğumuz için de değil üstelik çevremizdekilerin mutluluğu için de. “…sönen tılsımlar başka tılsımları da söndürmeye dönüktür. Yanan tılsımlar başka tılsımları da parlatmaya”… diyor yazar.

İnancım o ki, ihtiyacımız olan tılsımı, yaşama sevincimizi besleyen şey, sanat, doğa, okumak, yazmak, paylaşmak, şevkle, özenle yapılan iş meslek, tutkuyla yapılan hobi, öğrenmeye açık olmak…


Son söz de hareketin babasından gelsin,

Hayat bisiklet sürmeye benzer. Dengeni korumak için, hareket etmeye devam etmelisin.

Life is like riding a bicycle. To keep your balance, you must keep moving.

Albert Einstein