25 Kasım 2016 Cuma

ALPAY ZAMANI


Attila İlhan'ın eşsiz incelikteki "Üçüncü Şahsın Şiiri" ya da daha bilinen ismiyle "Felaketim Olurdu Ağlardım" eserini gecenin karanlığında, bizzat Alpay'dan dinlemek te varmış kısmetimizde... Arkada melodi, enstrüman olmadan da, "Alpay Yorumu" ile saf şiiri duymak, büsbütün bir keyifti. Gecenin hikayesini ve  gördüğüm Alpay'ı anlatmak istiyorum size... Ama önce Üçüncü Şahsın Şiiri.., ister içinizden okuyun, ister linkten Alpay'ın sesinden dinleyin...


Üçüncü Şahsın Şiiri



gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım

ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cigara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım

Attila İlhan 



Yaşadığım şehir Ankara'nın, Çayyolu mahallesinde, kalabalık bir Pazar aile yemeği için mekan ararken keşfettiğimiz RedRex Restaurant'da, Alpay'ın her Çarşamba sahneye çıktığını öğrenince, izleyen hafta kendisini dinlemek için, mesai sonrası yorgun argın da olsa, attık kendimizi RedRex'e... 

Kendinizden düşünün, Alpay'ı duyunca neler gelmez ki insanın aklına.., "Eylülde Gel", "Hayalimdeki Resim", "Fabrika Kızı" gibi herkesde bir yeri olan, klasikleşmiş eserler, o şarkıların hatırlattıkları... İlk aşklar, platonik olanlar, lise yıllarında hocalarımızın bütünleme tehditleri ile illaki yaptıkları -Eylül'de Gel esprileri... "Klasikleşmiş" sözü, 70lerin 80lerin bu sevilen şarkılarını bugün de, eskimişlik hissine kapılmadan, zevkle dinlememizin karşılığı… 

"Eylülde Gel" 
(sözler ya da "şiir" Fecri Ebcioğlu)

Tatil geldiği zaman 
Ağlarım ben inan 
Gidiyorsun işte 
Arkana bakmadan 
Nasıl geçer bu yaz 
Ne olur bana yaz 
Sen sen sen 
Sen bir ömre bedel 
Yok yok yok 
Gitme gitme gel 
Eylülde gel 
Okul yolu sensiz 
Ölüm kadar sessiz 
Geçtim o yoldan dün 
İçim doldu hüzün 
Yapraklar solarken 
Adını anarken 
Bekletme ne olur 
Gelmek zamanı gel 
Yok yok yok 
Gitme gitme gel 
Eylülde gel Eylülde okul yoluna
Konuşmadan yürüyelim gireyim koluna
Görenler dönmüş hem de mutlu diyecekler
Ağaçlar sevinçten başımıza konfeti gibi
Yaprak dökecekler

Orijinal kayıttan 

"Eylülde Gel" ( Bestecisi Marc Aryan'dan Fransızca sözleri ile Qu'un Peau D'amour da dinlenmeli)


Tüm bu sevgi ve hayranlığın yanında, Alpay'ın yıllara meydan okuyarak, olgunluk çağında sanatıyla hayatın içinde olması da ilgimi çekti.  Dinlemeye gitmişken görüşme fırsatı olur mu ki, diye evde eşim Hüseyin ile konuşurken, bizim programın söyleşi ve dinletinin bir arada "Alpay'a Sorun Yanıtlasın" tarzında yapılacağını anlatan aşağıdaki gazete haberini gönderince, gece benim için daha da özel bir hale geldi.

  Her zaman rastlanacak birşey değil, efsane şarkıları sesinden dinlemenin yanısıra kendini anlatmak isteyen, sorun söyleyim diyen, açık bir insan var karşınızda.  İşletme müdürü Erkan Bey aracılığıyla kendisinden geceyi YaşamboyuÖğreniyorumblog'umda anlatabileceğim konusunda izin de aldım tabii.  Burada konuşulan blog'da da yazılabilir diye haber yollamış, sağolsun. 

Madritli Maria ile...
Boşuna böyle değişik bir program düşünmemiş, çok sohbetkar ve açıksözlü.   Kendine özgü havasıyla, hiçbir soruyu cevapsız bırakmadı, samimiyetle anlattı.  Sporcu geçmişi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olması, (okulumuz ortakmış), müzik kariyeri, şarkıları, rahmetli Fecri Ebcioğlu ile anılarından, yine rahmetli Neşet Ertaş'ın Neredesin Sen'ine (aşağıdaki linkte) uzanıldı, Ajda Pekkanlar, Tarkanlar, Gripin grubunun solistine kadar pek çok kişinin kulakları çınladı o gece. 

Elbette, -Bu enerjinizi, dinçliğinizi neye borçlusunuz sorusu geldi hemen. Ne de olsa karşımızda gürül gürül şarkı söyleyen, Madritli Maria'da flamenko figürleriyle dansçısına eşlik etmekten de geri durmayan, klasik yaş baş konularını kenara koymuş bir insan var. Sanatçı kişi tabii, gençlik, sağlık sorusuna, -doğru besleniyorum, spor yapıyorum falan demedi. Önce bilmiyorum genetik diye geçiştirdi biraz. Ben -Nedir size yaşama sevinci veren, hayatınızın tılsımı gibi kendimce biraz daha şiirsel sordum... konuştukça ilginç şeyler söyledi aslında.  Birebir aktarıyorum...

-İstemediğim hiçbirşeyi yapmadım, sevmediğim insanla sofraya oturmadım, Allah bana bu şansı verdi... Arkaya bakmayı sevmem, önüme bakmayı severim... 75 yaşında delikanlı da var, 21 yaşında göçen de..., yaşam soluk alıp vermek değil, yarınlara umutla bakmak, yeni şeyler yapmak üretmek gerekiyor... 

İnsanın kendi olmayı başarması, geçmişe takılıp kalmaması, heyecanla üretken olması, hepsi başlı başına esin veren görüşler... Gece boyunca dinlerken bir şey daha dikkatimi çekti. Sadece Alpay için geçerli değil bu gözlemim, ama onda da hissediliyordu.  Güzel yaşlanan, kendisiyle barışık insanların sohbetinde, daha genç insanlarda bulunması çok güç bir özellik var. Görmüş geçirmiş olmanın, hayatın muhasebesini yapmanın rahatlığıyla, tam olarak kendileri gibi davranabilme lüksü... hırs, sorumluluk, imaj, mış gibi olma kaygılarından sıyrılınca, bu insanların sohbetleri, bir sahicilik, dem kazanıyor... 

Sevgili Alpay, 2 Kasım'daki sohbetinde, "Olmasa Mektubun" şarkısını bir CD sine koymayı çok arzu ettiğini söylemişti, en kısa zamanda bu dileğini gerçekleştirmesini ve şimdi olduğu gibi daha uzun yıllar sesiyle, yüreğiyle dimdik sahnelerde olmasını diliyorum. 

-Ailemizin Alpay Hatırası-

2 Kasım 2016 Çarşamba

DEMET AKBAĞ, ROBERT DE NIRO'YA KARŞI



DEMET AKBAĞ, ROBERT DE NIRO'YA KARŞI

İki dev oyuncuyu hayalimde yan yana getiren 2015 yapımı filmleri.

Demet Akbağ'ın "Nadide Hayat"'ı ile Robert De Niro'nun "Stajyer" filminden bahsediyorum.

İkisi de olgunluk, emeklilik çağına gelmiş ama ruhu emekli olmayanların toplumda, okulda, iş hayatında yer edinme gayretini anlatıyor.


                                                                                 
                                                                                 -Amerika'da da aynı Demet :-)


Demet Akbağ, evlenirken üniversite eğitimini yarıda bırakan, 55 yaşında, torun sahibi, muzip ev hanımı Nadide'yi canlandırırken, Robert De Niro, başarılı iş yaşamını emeklilik ile noktalayan 70 yaşında, hal tavır, giyim kuşamı ile buradayım diyen karizmatik beyefendi rolünde...

Esas oğlan ve esas kızımızın ortak noktaları emeklilik dönemlerinde dikiş nakış, resim, yoga gibi faaliyetler ile yetinmek istememeleri.  Yetinmek derken yanlış anlaşılmasın, insan sevdikten sonra bu işlerden biriyle bile hayatını doldurup, anlamlandırabilir.  Ama herkese hitap etmeyebiliyor bazen. İşte bu insanlardan olan kahramanlarımızdan biri üniversite sıralarına dönmeyi, diğeri de gençlerin kurduğu bir moda şirketinde "stajyer" olarak çalışmayı göze alıyor.

Konu bu minvalde gelişirken, arka planda bizde ve Amerika'da insanların

"emeklilik dönemi" 

ve 

"yaş" "yaşlılık duygusu" (kimileri kibarca yaş almak diyor)

ile ilgili algı ve düşünceleri işleniyor... Amerikan toplumunda yaşlıların hakettiği saygıyı görmediği görüşü var.  Bizim toplumumuzda, gelenek görenek nedeniyle saygı değil ama insanların erken emeklilik ya da işyerlerinde yeterince değerlendirilememesi nedeniyle, erken yaşta kabuğuna çekilmesi, yaşam memnuniyetinin, kalitesinin düzeyi tartışılabilir. 

Bir de, farklı yaştan insanların birbirini konumladığı yer önemli.  Gençlerde, orta yaşı geride bırakmış insanların becerilerini, görüşlerini hafife alma eğilimi var gibi.  Nadide ve Ben Whittaker, bu tür ön yargıları umursamayıp, gençlerin arasına karışıyor. Filmler, bu yönüyle de hoşuma gitti açıkçası. 

Tecrübenin Modası Hiç Geçmez
                                       


Yönetmen Çağan Irmak ve Hollywood gözünden, farklı kuşakların "birbirinden öğrenme" deneyimi ve insanların bu sırada kendilerinin farklı yönlerini keşfetmesi tatlı tatlı anlatılıyor.  


Genç yaşlı insanların bir araya gelmesi, birbirini dinlemesi, birbirinden öğrenmesi yaşamboyu öğrenme için önemli.

-Bu örnekler, olgunluk, emeklilik çağına gelmiş insanlarımız için ne kadar gerçekçi ?

diyebilirsiniz.,

-İnsan istedikten sonra kendine en uygun olan meşgale, amaç, hobiyi bulabilir.  O isteği pekiştirecek ortamların, kişilerin arasında olması işi kolaylaştırabilir.

demek isterim.

Emeklilik sürecini, bu geçiş dönemini kimimiz  kısa sürede atlatıp, yeni bir hayat düzeni kurarken, kimileri daha ağır geçirebiliyor.  Psikologların, hayatın bu dönemine dair emeklilik sendromu, depresyonu gibi konulara kafa yorduğunu biliyoruz.  Hatta okurken insan nelere rastlıyor, "emekli koca sendromu" (EKS) varmış.  Kulağa pek hoş gelmediğinin farkındayım... (EKS, Japonya'da adı konmuş, 2005 yılının haberi... Japonya'da yoğun çalışan "işleriyle evli" erkekler, Japonya’daki emeklilik yaşı olan 60’larına gelip günlerini evde geçirmeye başladıklarında, kadınlar artık neredeyse yabancılaşmış oldukları bir erkekle dip dibe yaşamak zorunda olduklarını fark ediyorlar. Bunun üzerine Japon kadınlarında depresyon ve fiziksel rahatsızlıklar baş göstermeye başlıyor. Aileyi de etkiliyor yani)      



Yaşadığımız sürece hayatın değişimi, dönüşümü ile başetmek boynumuzun borcu.  Çocukluktan yetişkinliğe geçişte ergenlikte yaşanan sancıları düşünün. Yaşlılık, emeklilik gibi yaşam tarzı değişiklikleri de, o misal.  Durum böyle olunca, yaşımızla barışık olup, "bu yaştan sonra mı" demeden, kendimize emek vermeye devam edemez miyiz...  

Yaşlılık, emeklilik sendromlarını değil, "Bakış açını değiştir, hayatın değişsin" yaklaşımı ile  "İkinci Bahar"'ı nasıl yaşarız'ı düşünelim.

Herkesin İkinci Bahar'ı kendi beğeni, yetenek ve ihtiyaçlarına göre oluyor elbette. Yine de, her yaş grubundan insanla "merak" duygusunu kaybetmeden "yeni şeyler öğrenme" "sosyal ilişkiler geliştirme" fikrini yabana atmamalı...

Hayatın yeni koşullarına uyum sağlayabilmek için esnek olabilmek ve şimdiye kadar tanıdığımız, bildiğimiz ben'lerimizden öte yönlerimizi keşfetmek dileğiyle...  


“Günümüzde liderliğin asıl tezahürü, isterseniz buna radikal bir tezahür de diyebilirsiniz, insanların deneyimlerimizi kullanarak birlikte öğrenebilecekleri mekânlar ve süreçler yaratmaktır” 

Margaret Wheatley