ÇöpFit: Sivil Toplum ve Kamusal Alan konularında çalışan bir akademisyen olarak ülkemizde yaşanan çöp/atık sorunu karşısında toplumumuzun tutumlarını, çevre temizliği konusundaki gönüllü hareketleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
RY: Sorunuz iki problemden oluşuyor. Birincisi toplumumuzun çöp konusundaki tutumları, ikincisi ise gönüllü hareketlerin bu sorun karşısındaki çalışmaları. Bunlara geçmeden önce problemi evrensel çerçevesi içinde görmemiz gerekir. Çünkü sorun yerel olmakla birlikte aslında küresel bir sorundur. Bu da çöp nedir ve nasıl oluşmaktadır sorusuna götürür bizi. Basitçe işlevini yitirmiş ve kullanılamaz her türlü materyal çöptür. Fakat işlevini yitirme ve kullanma izafi bir durumdur. Gündelik hayatta biz kullanmadığımız, attığımız her şeye çöp diyoruz. Yani üretimde veya tüketimde kullanılan maddelerin o an işe yaramayan kısımları çöptür. Oysa daha teknik bakarsak “atık” ve “çöp” ayrımını yapmamız lazım, çünkü aynı anlama gelmemektedir. Geri dönüşümü mümkün olmayanlara çöp denmektedir ve çöpün depolanması, yok edilmesi gerekir. Atıklar ise ayrıştırılarak ve bir takım işlemlerden geçirilerek geri dönüşümü sağlanan ve ekonomiye değer katan kısımdır.
Basit gibi görünen geridönüşüm olgusu sanıldığından daha karmaşıktır. Bu kısa söyleşide uzatmadan şöyle özetleyelim, Çöpler özelliklerine göre dörde ayrılabilir: birincisi evlerden çıkan tehlikeli olmayan atıklar; bahçe, park, piknik çöpleri de dahildir, ikincisi sanayi atıkları –ki tehlikeli ve tehlikesiz olanları vardır, üçüncüsü tıbbi atıklar, dördüncüsü özel atıklar nükleer vb. Görüldüğü gibi basit değil. Aslında çöp sorunu modernite ile birlikte başlıyor, öncesinde doğada çöp, atık sorunu diye bir sorun yok. Önce bunu tespit etmek lazım.
Modernite nedir sorusunu da basitçe şöyle tanımlayabiliriz; 18.yy. da Batı Ülkelerinde başlayan ve dört önemli devrimle ifade edilen, bütün dünyayı değiştiren ve halen değiştirmeye devam eden büyük dönüşüm dalgalarına modernite denir. Bunlar; birincisi kültürel devrim yani aydınlanmayla başlayan, Rönesansla İtalya’da ve Reformla Almanya’da devam eden süreç. İkincisi; Endüstri Devrimi-İngiltere’de başlayan bütün dünyaya yayılan, üçüncüsü; Fransız Devrimi, dördüncüsü ise Bilim Devrimidir.
Modernite genelde “Modernleşmeyle” karıştırılır oysa “modernleşme” Batıdaki bu büyük dönüşümü, batı dışı toplumların taklit, aktarma, takip, terkip ve uyarlama gibi yollarla kendi ülkelerine uygulamalarına/aktarmalarına denir. Bu anlamda her toplumun kendine has bir modernleşme süreci vardır. Tekrar konuya dönersek çöp sorunu Modernitenin en önemli ayağı endüstri devrimi yani sanayileşme ile birlikte başlıyor dersek daha nokta tespit yapmış oluruz. Dünyaya bu sorun daha sonra yayılıyor. Bu nedenle Endüstri devriminin başladığı yer olan İngiltere’de yani İngilizcede çöp ile ilgili garbage, leavings, waste, trash, rubbish, junk, litter vb. ayrı özelliklere vurgu yapan yirmiye yakın kelime vardır.
Diğer yandan Modernitenin mekanda vücut bulması demek olan “kentleşme” ile birlikte kent atıkları ve çöp sorunu gibi yeni kamusal sorunlar ortaya çıkıyor. 19. yüzyıl öncesi başlayan, 19. yüzyılda zirveye çıkan sanayi devrimi, insanlık tarihinin üretim biçiminin en büyük değişim devrimi diyebiliriz. Bunun anlamı seri imalat ve üretim ile birlikte ve onu katlayan eşdeğer tüketim talebi ile yeni bir dünyaya girmiş oluyoruz artık. Seri imalat yani seri üretim ile başlayan ve Marx’ın üretim kavramı ile analiz ettiği ve artık bugünkü post modern sosyologların, “tüketim” kavramı ile analiz ettikleri bir dünyada yaşıyoruz şu anda. Yani artık Modernitenin oluşturduğu çatışmalar, bölgesel terör, yoksulluk, bağımlılık gibi sorunların yanında “çevre sorunlarının” bir parçası olarak atık, çöp sorunu da en büyük, en önemli sorunlarından birisi haline geldi. Biz bugün modernitenin, sanayileşmenin, kentleşmenin getirdiği bu sorunu konuşuyoruz.
Modernitenin problemlerine karşı bir tepki olarak oluşan klasik toplumsal hareketlerden, işçi hareketlerinin yanında artık yeni toplumsal hareketlerin en önemlilerinden biri de çevre hareketidir. Yani feminizm, insan hakları, küreselleşme, kapitalizm karşıtlığı gibi hareketlerin içinde çevre hareketi en büyük grubu oluşturuyor.
Doğanın kirlenmesi diye ifade ettiğimiz bu olgunun, toprak, su, hava, kültür-tarihin kirlenmesi gibi farklı boyutları var. Bunların arasında kimyasal kirlenme en derin ve geri döndürülemeyen bir kirlenme türüdür. Bunun yanında bir de tıpkı anne karnındaki plasentanın bebeği koruduğu gibi dünyayı saran ve koruyan atmosferin bozulması, kirlenmesi var. Atmosfer tabakaları dünyamızı güneşin kavuruculuğuna karşı koruyan bir denge unsurudur. Bunların içinde en önemlisi ozon tabakasıdır. Ozon tabakasının sanayi faaliyetleri sonucunda salınan zararlı gazlarla incelmesi, gaz oranlarının değişmesi en büyük tehditlerden birisidir. Bugün dünyanın en yüksek gaz salınımını gerçekleştiren ülke ABD Kyoto sözleşmesini imzalamıyor.
Sanayi öncesinde insanlık hiç bu kadar büyük çaplı üretim ve tüketim faaliyetine girmemişti. Dolayısıyla salınan büyük gaz miktarı nedeniyle atmosfer katmanları arasındaki koruyucu ozon tabakası gittikçe inceliyor. Bu da güneşin ultraviyole gibi zararlı ışınlarının dünyaya doğrudan gelmesine neden oluyor. Bazı bölgelerde çölleşme ve kuraklığa, dünyanın su depoları demek olan Antarktika’daki buzulların erken erimesi nedeniyle de bazı bölgelerde aşırı yağış ve sellere yol açıyor. Kısaca doğanın hassas olan dengeleri bozuluyor. Bu çevre sorunları hepimizi etkiliyor.
Çöp çevre sorunları içinde aslında yüzeysel denilebilecek en kolay temizlenebilen erişilebilen bir konu, diğerleri çok uzun, küresel mücadele gerektiriyor. Savaş, terör, açlık gibi dünyanın başına bela olan bir sürü problem yanında çevre sorunları hafif sorunlar gibi algılanıyor. Çevre sorunları önemli bir sorun olarak algılansa bile biraz önce değindiğimiz daha derin olan kimyasal ve atmosferel kirliliklerin yanında çöp sorunu yüzeysel ve hemen temizlenebilir daha hafif bir sorun gibi gözüküyor. Fakat öyle değil...
ÇöpFit: Plastik bunu değiştirdi galiba.
RY: Haklısınız. Cam, plastik/pet vb. gibi doğada uzun yıllar dönüşmeyen çöplerin önlemeyen artışı bu algıyı önemli ölçüde değiştirdi. Bilim insanlarının her atık türü için verdiği inanılmaz rakamlar, yani dönüşme yılı ve doğaya karışma sürelerindeki yüzlerle ifade edilen yıllar bu dehşeti daha da gözler önüne serdi. Rakamlardan öte, bir insan ömrünü aşıyorsa, hele birkaç nesli içine alıyorsa bu zaten tehlikeli bir şeydir.
Kalıcılığın yanında dünyadaki çöp miktarının artık taşınamaz, kaldırılamaz, dönüştürülemez oranlarda anormal artışı da bu tehlikenin önemini gözler önüne serdi. Kimi gelişmiş ülkeler bazı atıklarını az gelişmiş ülkelere göndermekte hatta uzaya çöp gönderme projeleri bile gündemde. Çöp sorununun diğer daha derin kirliklerin yanında başlangıçta hafif görülmesinin nedenleri sırf bu nedenlerden ötürü artık geçerliliğini yitirmiştir. Elbette daha derin kirliliklerin yanında çöp sorunu halen nispeten daha hafif bir sorun fakat diğer sorunları çözmenin de başlangıç anahtarı. Bu bakımdan çok önemli.
Hepimiz insanız. Basitçe düşündüğünüzde yanıbaşındaki küçük, basit çöp konusunda duyarlı olmayan birisinin kimyasal/nükleer kirlenme, açlık, savaş, terör vb. devasa boyutlarda ve kendini aştığına inandığı konularda duyarlı olabileceğine inanabilir miyiz? Duyarsızca çevresini kirleten, elindeki peti, sigara izmaritini umarsızca sağa sola atan birisi etrafına ne kadar duyarlı olabilir? Bizzat kendisi kirletmese bile bu konuda hiç sorumluluk hissetmeyen, en ufak bir sorumluluk almayan birisinden diğer büyük sorunlar karşısında ne bekleyebilirsiniz? Bu nedenle çok yakınındaki ve her gün eliyle dokunduğu bu sorun karşısında duyarlılığı artırmak diğer bütün sorunlar karşısında da duyarlılığı, eyleme geçmeyi artıracaktır. Çöp konusu sırf bu nedenle bile önemlidir.
Şimdi gelelim sorunuza, toplumumuzun çöp konusundaki tutumları ve Çöp-Fit’in de bir parçası olduğu gönüllü hareketler... Sosyolojide toplumu somutlaştıran, görünür kılan şey “kamusal alan”dır. Çöp bireysel bir sorun gibi görünse de bir kamusal alan sorunudur.
Fakat önce kamusal alan kavramı üzerindeki bulanıklığı gidermemiz gerekir. Kamu/public hep devlet gibi algılanır. Fakat sözlükte kamu herkes, umum, halk anlamına gelir. Devlet borçlarına kamu borçları denir. Bunları çünkü halk yani biz öderiz. Herkes yani hepimiz yani halk olarak basitçe iki tür örgütleniriz. Birisi sivil örgütlenmeler bunlara sivil toplum denir bir de siyasal örgütlenme ki buna da devlet denir. Kamunun devlet olarak algılanması buradan gelir. Çünkü devleti kamu oluşturmuştur ve kamuyu temsil etmektedir.
Devlet kamunun içinden çıkmasına rağmen zaman içinde iktidar güçleri halktan ayrışmaya, yabancılaşmaya, giderek halka karşı tavır almaya, halktan kopmaya hatta diktatörleşmeye başlayabilir. Böyle durumlarda halk yani kamu diğer sivil örgütlenmelerini devreye sokar. Tabii eğer sivil toplum örgütleri güçlü ise devleti denetleyebilir. Demokrasiler, kuvvetler ayrılığı ile bu dengeyi sağlamanın yöntemidir. Demokrasilerde sivil toplum bu bakımdan önemlidir.
Kısaca kamusal alan, kamunun sivil toplum olarak örgütlendiği yerdir. Yanı sivil toplum kamunun, herkese açık kamusal alanlarda örgütlenmiş halidir. Bunlara STK, NGO ya da gönüllü kuruluş deriz. Kamusal alan, soyut ve somut anlamda kamunun yani hepimizin buluştuğu, etkileştiği ve örgütlendiği her yerdir. Bunu şöyle de izah edebiliriz: Sosyolojide bireye aktör deriz. Her aktörün bir rolü ve bir oyunu vardır. Bunları yerine getirmek için de hazırlandığı bir kulisi bir de rolünü oynadığı sahnesi vardır. Hepimiz “özel alan”ımızda gerçek rollerimize hazırlanırız ve kamusal alanda bu rollerimizi oynarız. Yani biz de tiyatro sanatçısı gibi kendi rolümüzü oynayan gerçek bir aktörüz. Biz özel alanımızda benliğimizi oluştururuz. Diğerleri ile birlikte rolümüzü oynarız. Bizim asıl yaşam alanımız diğerleriyle buluştuğumuz, kamusal alanlardır. Bunlar soyut ve somut anlamda, meydanlardır, parklardır, yollardır, caddelerdir, kafelerdir, üniversitelerdir, şimdi internettir ve doğanın kendisidir. Dolayısıyla kamusal alan bizim insan olduğumuz yerdir.
Alt benliğimizin diğer insanlarla ve diğer türlerle karşı karşıya geldiği ve insani yanımızı tamamladığımız yerdir. Doğayla, hayvanlarla, insanlarla birlikte oluruz. Bizim insan olmamızı sağlayan şeyler diğerleriyle birlikte olmak, buluşmak, etkileşmek, paylaşmak yani kamusal varlık haline gelmektir. Aksi halde sadece özel alanımızda kapalı kalmak bizim insan olmamızı yeterince sağlamaz. Bu nedenle kamusal alan bizim için çok önemlidir.
Kamusal alan, sosyolojinin de laboratuvarı adeta gözlem evidir. Çöp sorununun görünür olmasını sağlayan yerler de, birlikte paylaştığımız kamusal mekanlardır. Bu nedenle çöp sorunu bireysel bir sorun olmanın ötesinde kamusal bir sorundur.
Özel mekanlarımızdaki kirlilik te ayrı bir sorun olsa da, sonuçta bizi ilgilendirir. Yakın kirlilik dediğimiz çöp kirliliği bu bakımdan bir kamusal alan sorunudur ve ortak bir sorunumuzdur.
İşte sorunuzdaki “toplumumuzun çöp konusundaki tutumları” ve “gönüllü hareketler” tam da burayla ilgilidir. Toplumumuz çöp konusunu bir kamusal alan sorunu olarak algılamadığı için, bu nedenle de bu konudaki gönüllü çalışmalar eksiktir, yetersizdir. Daha doğrusu toplumuzda kamusal alan konusunda yanlış bir algı hakimdir. Çünkü biraz önce ifade ettiğimiz gibi bu algı kamusal alanların gerçek sahibinin kendisi yani sivil toplum değil devlet olduğu algısına dayanmaktadır. O zaman oraları devlet temizlemelidir, kendisinin sorumluluğu yoktur. Oysa çöp kirliliğinin sosyoloji açısından önemli kısmı birlikte yaşadığımız kamusal alanla ilgidir. Çünkü bu kirlilik insanın doğayla ve kendi türü ile ilişkilerinde problem yaratmaktadır.
ÇöpFit: Haklısınız. Doğaya verilen zararın yanında, toplumda önemli bir kesim çöp konusunda duyarsız davrananlara karşı kızgınlık besliyor, olumsuz duygular birikiyor.
RY: Bu negatif birikim, insanın doğayla ve kendi türüyle birlikteliğinin konforunu, kalitesini, güzelliğini ve sağlığını bozuyor sonuç olarak. Sağlığımıza, insanlığımıza katkıda bulunan doğayı iki türlü bozarız bir görüntü estetiği açısından, diğeri derin kirlilik. Derin kirlilik, aslında yüzeysel kirlilikle başlayan onun devamı ve ilerleyerek kriz halini almış bir biçimidir.
Çok buluştuğumuz çok paylaştığımız, çok üretip çok tükettiğimiz ve çok atık bıraktığımız yerler mesela kentler her türlü kirlilikten en çok payını alan yerlerdir. Buralar kamusal alanlardır. Paylaşma sıklığı ile kirlenme arasında sıkı bir ilişki vardır. Söz gelimi dağcıların çıktığı dağlar da bir yerde uzak ve nadir kamu alanlarındandır orada dağcılar buluşur. Dağlar az paylaşıldığı için daha az kirlenmiştir. Fakat faaliyet ve ulaşım sıklığı arttıkça oralarda da tehlike çanları çalmaya başlamıştır.
ÇöpFit: Dünyanın çatısı sayılan Everest Dağı da son yıllarda çöp sorunu ile haber olmaya başladı. Everest’e çıkmayı başarıp, çöp bırakmadan dönememek, dikkat çekiyor.
Doğaya sık gittiğimiz yerler, piknik alanlarımız, en çok kirlenen yerlerden. Kamusallığın, kamusal alanın en önemli örneklerinden birisidir, parklar, piknik alanları. Her gün kullandığımız caddeler diğer bir örnek. Zaman içinde kirlilik arttıkça belediye hizmetleri diyebileceğimiz bir örgütlenmeye gitmek gerekmiş. İşte burada devletin sorumluluğu ile kamunun yani sivil toplumun sorumluluğunun sınırlarının iyi belirlenmesi söz konusudur.
Bizde sorumluluk sınırları konusunda bir sorun vardır. Biz yalnızca özel alanımızdan sorumlu olduğumuzu düşünüyoruz. Bu nedenle evlerimiz ve arabalarımız temiz, ortak mekanlarımız kirlidir. Batıda ise tam tersidir. Belediyenin tarihine baktığımız zaman ortaçağ kentlerine kadar gitmek gerekiyor. İnsanların bir arada yaşadığı yerde nüfus arttıkça mutlaka atık oluşuyor.
ÇöpFit: Belediyecilik, bizim geçmişimizde, Osmanlı’da mesela nasıldı ya da ne zamandan beri belediye var, İstanbul dışında?
RY: İstanbul dışında da çok örgütlü olmamasına rağmen Osmanlının önemli şehirlerinde belediye örgütlenmeleri var. Belediye başkanına “şehremini” diyorlar, şehrin emini yani, şehrin emanet edileni. Belediye işleri yarı devlet yarı gönüllü kişiler, gruplar tarafından yürütülüyor. Söz gelimi gönüllü itfaiye grubu tulumbacılar, temizlik örgütü, gönüllü vakıflar, tarihi eserlere konan kuş pisliklerini toplayıp gübre olarak kullananlar, sokak hayvanlarını besleyenler, sokak lambalarını yakıp söndürüp yağını değiştirenler, kimsesizlere bakım yurt sağlama vb. hizmetler var. Ta o zamanlardan bir geri dönüşüm zihniyeti oluşmuş aslında. Büyük medeniyetlerin kentlerinde bu gibi kent estetiğini oluşturan eserlerin, mekanların temizliği önemli bir gösterge. Klasik Paris mesela önceleri yolun ortasından geçen açık kanalizasyon var sonra problem haline gelince yerin altına alınıyor. Petersburg’da derinden giden kanalizasyonlar var. Bizans’ta kanallar sarnıçlar var su problemini çözmek için. Sonra zaman içinde kanalizasyon yapılmaya başlanıyor yeraltından su aktarma düşüncesi gelişerek kanalizasyon düşüncesi gelişiyor. Aynı şekilde çöp toplama konusunda kadim kentlerde bile temizlik hareketi ve örgütlenmesi var.
Bugünkü sorunumuz örgütlü belediyelerin bile çok büyük miktardaki çöple baş etme sorunu. Belediyelerin en önemli sorunlarından birisi bu. Bir çok belediye bunun için, yakın geçmişte yaşadığımız bir sorun olan vahşi çöplüklerin biriken metan gazı nedeniyle patlaması ve insan ölümleriyle sonuçlanan klasik vahşi depolama yöntemlerini terk ederek, modern geri dönüşüm tesisleri oluşturarak, çöpü ekonomik bir madde olarak değerlendiriyorlar. Kendi görev alanı içindeki yakın çöp ile ilgili pratik geliştirebiliyor birçok belediye. Ama uzak bölgelerde ya da planlayamadığı piknik alanı, park, bahçe, doğal alanlar gibi biraz daha uzak, belediye mücavir alanı denilen sınır dışındaki mekanlara uzanmakta yetersiz kalabiliyorlar. Çoğu zaman da, bunlar gibi bir çok doğa alanının hangi örgütün sorumluluğuna girdiği konusunda da belirsizlik oluşmaktadır.
Öte yandan kasaba belediyelerinin ya da daha iyi örgütlenmemiş belediyelerin alanlarında bu gibi sorunlar belediye hizmetlerinin boyutunu gittikçe aşıyor. Bu durumda yeniden düşünmeliyiz. Bu sorunlar sadece belediye ve devlet kuruluşlarının sorumluluğunda mı, bizim hiç sorumluluğumuz yok mu? Hatta bırakın gönüllü toplamayı öncesinde istediğimiz yeri canımızın istediği şekilde kirletme hakkımız mı var?
ÇöpFit: Eskiden köylerde evsel atığı, çöpü toprağa gömme geleneği olduğundan bahsediliyor, oysa bugün kırsal alanda yerleşim yerlerinde çöp yığınlarını görüyoruz, belediyelere güvenerek mi bu alışkanlıklar kayboldu, ne düşünüyorsunuz bu konuda?
RY: Eskiden yani modern öncesinde zaten bu çapta bir çöp sorunu yok. Olmasa bile eskinin insanları bir şeyi sonuna kadar kullanma ve israf etmeme ile ilgili yaşam pratiklerini ve sorumluluklarını oluşturmuşlar. Çağımız insanının yaşam pratiklerinde farklı durumlar gelişti. Biraz önce vurguladığımız gibi kamusal alan konusunda yanlış bir algıya dayanan ve çevreyi belediyenin/devletin sorumluluğunda görmek, problemin önemli bir kısmını oluşturuyor elbette.
Diğer yandan çağımız insanında bir karakter aşınması söz konusu. Modernitenin pratikleriyle bir uyuşmazlık yaşanmaktadır. Batılı insan ve toplumların yaşadıkları yabancılaşma, uyuşmazlık problemleri tamamen farklı. Onlar bu gibi sorunları yüz yıl önce yaşadılar ve belli pratikler geliştirdiler. Onlardaki kirlenme bizdeki gibi yüzeysel değil derin bir endüstriyel kirlenme söz konusu. Gerçi artık kirlilik ülkeleri aşan küresel bir sorun oldu.
Batı dışı sonradan modernleşen “gecikmiş modernleşme” diye adlandırılan toplumlarda ve o toplumların bireylerinde farklı bir durum söz konusudur. Buna yaşadığı dünyaya/mekana uyum sağlayamamaktan, sahiplenmemekten kaynaklanan “duyarsızlık” diyebiliriz.
Biraz önce bahsettiğimiz kamusal alan konusundaki algı karışıklığından kaynaklanan mekanı sahiplenememe ve sorumluluk hissetmemenin yanına birde “duyarsızlık” ekleniyor. Çünkü medya, trafik, araçlar, vb. gibi eskiden çevresinde olmayan birçok uyarıcı etrafını sardı. Köydeki insanın etrafında trafik, yoktu, medya yoktu, çok fazla insan yoktu. Vitrin, araçlar, reklamlar, tüketim yok, okunacak bakılacak görsel işitsel malzeme yok. Dolayısıyla çağımız insanını uyaran uyarıcı o kadar çoğaldı ki, her yere dikkatini dağıtması, dikkatini paylaştırması gerekiyor. İşte burada bazı şeyleri elimine ederek, duyarlılığını paylaştırması gerekiyor. Kent insanının böyle bir sorunu var, o kadar çok uyaran var ki her yere dikkatimizi vermek zorundayız. Dikkatimizi azalttığımız noktada sorun çıkıyor. Trafiğe dikkatini vermezsen sorun olur, kaza olur, medyaya dikkatini vermezsen bazı şeyleri kaçırırsın. Bir sürü insanı dinlemek, birçok şeyi okumak gerekiyor etrafımızdaki iletişimde bulunduğumuz insan sayısını düşünün. Yakın, eş dost dışında vs. Modern yaşama uyum sağlayamamış insanlar çok sayıda uyarıcı karşısında, dikkati paylaştırınca neye öncelik vereceği konusundaki duyarlılıkta eksilme oluyor. Çöp sorunundaki en önemli şey duyarlılık. İnsanlar en kolay duyarlılığını düşürebileceği, feda edebileceği kalem olarak bunu görüyor diye düşünüyorum. Evini temiz tuttuğu sürece çevredeki çöpü yakın vadede kendisine zarar verecek öncelikli şey olarak görmüyor ve kendisini sorumlu da hissetmiyor çünkü.
ÇöpFit: Çöpten kaynaklanacak mikrop sağlığı tehdit edecek ama en azından.
RY: Ederse ve ettiğine inanırsa işte o zaman önem kazanıyor.
ÇöpFit: Ya da estetik rahatsızlık neden önemsiz sayılıyor.
RY: Bu noktada artık “kırık cam teorisi” devreye giriyor. ABD’li suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969’da yaptığı bir deneye göre metruk bir binanın pencerelerinden birisi bile kırıksa ve zaman içinde eğer tamir edilmezse diğerleri de kırılmaya adaydır. En azından eğilim bu yöndedir. Aynı şekilde kamuya açık ortak kullanım alanlarımızda daha önce bırakılmış çöpler varsa, daha sonra gelenlerde de buraya çöp atılabileceği yönünde bir kabul vardır. Bunu engelleyecek şeylerden birincisi bireysel sorumluk duygusudur, ikincisi toplumdan/çevreden gelecek tepkiler, üçüncüsü ise belediye/devlet yani hukuki yaptırımdır. Aksi halde diğer camlar da kırılmaya adaydır.
Orada bir atık oluşmuş belediye oraya yetişmekte geç kalmış, belediye hizmeti yoksa, baş edilmeyecek duruma geldiyse kabullenme başlıyor. Bu noktada daha dikkatli analiz edersek süreç sırasıyla şöyle işliyor: Birinci ve en önemli aşama yani başlangıç noktası bana göre bireysel sorumluluktur. Buna duyarsızlık diyoruz. Duyarsızlıktan sonraki ikinci aşama kanıksama yani normalleşme geliyor, üçüncü aşama da kabullenme. Kabullenme bir tutumun nasır tutması. Çöpü atmak veya atılmış olanı almamak ise davranıştır.
Psikolojiden yola çıkarsak duygu, düşünce, tutum ve davranış dörtlüsünden oluşan bir süreç izliyor. Sonra da olay bireyden çıkarak ortak paylaştığımız sosyal bir onaya/kurala dönüşüyor. Dışarıya karşı yönelttiğimiz davranışların arka planlarında tutumlarımızı oluşturan çeşitli süreçler altyapılar vardır. Yani kabullenmeyi birçok kişinin onaylaması halinde bu artık bir kural haline geliyor. Bunu yaşamaya başlıyorsunuz, toplumun hepsine sirayet ediyor. Bu nedenle bu gibi sorunlarla mücadeleye süreci iyi analiz ederek başlanması gerekir diye düşünüyorum. Bunun normal olmadığını, kabullenilmemesi, onaylanmaması gerektiğinden başlayarak duyarlılığı artırmaya gitmeliyiz. Pencerenin birisi kırıksa diğerlerini de kırmamız gerekmez.
ÇöpFit: Sizce bizdeki çöp sorunu hangi aşamada şu anda?
RY: Bölgesine göre değişiyor. Bazı yerlerde norm halini almış. Bazı yerlerde ise sorun daha çözülebilir. Burada çöp sorununa eylem olarak, zihin olarak eğilen insanlar devreye giriyor. Sizin ÇöpFit hareketi gibi. Bu duyarlılığın oluşması, kabullenme normunun çözülmesi, katılığın aşılması için çok önemli bir örnek oluşturuyor bu gibi duyarlı insanlar diyelim.
ÇöpFit: Hocam sizin de Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü ile Esenboğa Kampüsü Kızılca Göleti'nde gönüllü çevre temizliği ÇöpFit yaptığınızı biliyoruz, bu faaliyetlerdeki gözlemlerinizden bahseder misiniz?
RY: Evet bu kulübün danışmanıyım. Kulübümüzün faaliyetlerinde öncelikle doğa sevgisi, felsefesi ve çevre bilinci temel önceliğimiz. Üniversitemizde dağcılık ve doğa sporlarını geliştirmek ve bunu tüm üniversiteye yaymaya çalışırken sadece kulüp üyelerimiz arasında değil çevre bilincini tüm öğrencilerimiz ve üniversite personelimiz arasında da paylaşılan bir değer haline getirmeye çalışıyoruz. Yaptığımız tüm kamp, tırmanış, yürüyüş faaliyetlerinde öncelikle çevreyi temiz tutmak, kirli ise mümkünse temizlemek ilk yaptığımız faaliyet oluyor. Mesela 13 Ekim 2018’da hem kampüsümüzün çevresini tanımak hem de Ankara’nın başkent oluşunun yıldönümünü kutlamak için kampüs civarındaki Çubuk Kızılca Göleti’ne bir yürüyüş düzenledik. Gölet çevresinin çok kirli oluşu bizi çok üzdü. O gün elimizden geldiği kadar temizlik yaptık. Sonra daha detaylı bir temizlik için karar alarak 31 Ekim 2019’da tüm kulüplerin katılımı ile gönüllü bir temizlik etkinliği düzenledik. Yüze yakın gönüllü öğrencinin katılımı ile göl içi ve çevresinden 50 den fazla battal boy çöp poşetinden oluşan bir temizlik gerçekleştirdik. Keçiören Belediyesi çöp taşıma aracı, poşet ve eldiven ile bize destek verdi. En büyük hata toplanan çöpleri yakarak yok etmeye çalışmak. Çünkü bu yeni bir çevre kirliliği demektir. Oysa bunları işlemek ve geri dönüşüme götürmek gerekiyor biz de böyle yaptık.
Ayrıca 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında yaptığımız kamplı Ilgaz Dağı tırmanışımız için yaptığımız faaliyette kamp alanımız olan Mülayim Yaylası piknik alanını piknikçilerin bırakmış olduğu atıklardan temizledik. Bu gibi faaliyetlere devam ediyoruz.