9 Ocak 2021 Cumartesi

Döngüsel Ekonomi Sohbeti


Ekonominin temel kavramlarından "kıtlık yasası"na göre "sonsuz ihtiyaçlar"ımızı "kıt kaynaklar"la karşılamak durumundayız.  Ekonomiye giriş derslerinin vazgeçilmezi olan kıtlık yasasını hatırlamamın nedeni kaynakların kıt, toplum ihtiyaçlarının ise sonsuz olduğu vurgusuna takılmam.  

İnsan eliyle kurduğumuz uygarlığımızın geldiği noktada, artan nüfus, ekonomik büyüme baskısı ve kirleten teknolojilerin etkisiyle, su, toprak, hava gibi doğal kaynakların "kıtlık" niteliğini ve çevresel bozulmayı gün gün daha çok hissediyoruz.  Diğer taraftan, kaynakların tükenmesi sorununa karşılık, insan/toplum için biçilen sonsuz ihtiyaçlar önermesi ve bu ihtiyaçların tatmin edilmesi için mevcut "al, kullan, at" sistemi,  yaşamın bütünlüğü için acaba ne derece sağlıklı ya da sürdürülebilir?  Bu sorunun cevabı herhalde, "ne sağlıklı, ne de sürdürülebilir" olsa gerek. Bu tür sorunların varlığından ve çözüm ihtiyacından hareketle gelişen "Döngüsel Ekonomi" modelini tanımak, günlük yaşamımıza, sanayiye etkisini anlayabilmek için Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde döngüsel ekonomi doktorasını tamamlayan Sevgili Arkadaşım, Kimya Mühendisi Evren Sapmaz Veral ile yaptığımız döngüsel ekonomi sohbetimizi paylaşmak istedik.  Evren ile tanışıklığımız da yine akademik bir sebepten.  Avrupa Birliği hakkında İngiltere tarafından düzenlenen Chevening bursunu, Birmingham Üniversitesi, Çağdaş Avrupa Çalışmaları Enstitüsü’nde birlikte tamamlamıştık.  Brexit nedeniyle bugün İngiltere artık AB üyesi değilse de, AB döngüsel ekonomi girişimleriyle bugün dünyaya öncülük ediyor.  AB üyeliğinden bağımsız olarak ülkelerin endüstrilerini etkileyebilecek döngüsel ekonomi ve küresel bir sorun olan sürdürülebilirlik için devletlerin, sanayinin ve hatta bireylerin yarının kaynaklarını bugünden tüketmeden, daha sorumlu varolabilmesi umuduyla iyi okumalar dileriz.

 

Seçil: Döngüsel ekonomi kavramı gezegenimiz, tüketici ve şirketler için ne anlama geliyor?

Evren: Döngüsel Ekonominin üzerinde tam olarak uzlaşılmış bir tanımı yok. Genel olarak bütünsel bir süreci olan, ürün ve hammaddelerin yeniden kullanımını mümkün kılabilecek, atıkların geri kazanıldığı, enerji ve tüm kaynakların verimli kullanıldığı, neredeyse hiç atık üretmeyecek şekilde temiz üretimin yapıldığı bir model ve sürdürülebilirlik açısından önemli bir araç olarak tanımlanıyor - yani iddiası bu, eğer hakkıyla uygulanırsa gezegenimiz için bir soluklanma; tüketici için daha yeşil ve uzun ömürlü ürünler, daha temiz bir çevre; şirketler için ise hem tehdit hem fırsat anlamına geliyor. 

Mevcut sistem al-yap-kullan-at şeklinde ilerleyen doğrusal ekonomi üzerine kurulu- çalışmalar küresel tüketimin gezegeninin kendini yenileme kapasitesini şimdiden %50 oranında aştığını ve doğal kaynakların hızla tükendiğini gösteriyor, iklim krizine hiç değinmiyorum zaten malum- gezegenin ekolojik sınırlarını zorluyoruz hatta aştık.

Kaynakların ekonomide mümkün olan en uzun sürede kalmasını hedefleyen döngüsel ekonomi al-yap-kullan-at şeklinde ilerleyen doğrusal ekonomiye bir alternatif olarak öne çıkarılıyor, ancak üretim ve tüketim kalıplarını ne ölçüde değiştirilebilecek hep birlikte göreceğiz.
 
                     

 
Seçil: Covid-19 pandemisinde deneyimlediğimiz yeni çalışma, eğitim, tüketim, ulaşım, seyahat alışkanlıklarımızın ihtiyaç duyulan yapısal ve zihniyet değişimine kalıcı olarak hizmet edeceğini düşünüyor musun?  

Evren: Röportaj için seninle mesajlaşırken durumu çok güzel anlatan bir ifade kullanmıştın, sistemin bütün kusurları daha belirgin oldu demiştin.  Kesinlikle aynı fikirdeyim, herkesin farkında olduğu ama bir şekilde halının altına süpürülmeye devam eden sistemin açıkları daha da ortaya çıktı- küresel salgın bunları daha görünür yapmakla kalmadı, ekonomik kriz olsun sosyal adaletsizlikler olsun sistemin krizlerini daha da derinleştirdi.  

Krizlerin derinleşmesi ihtiyaç duyulan yapısal ve zihniyet değişimine kalıcı olarak hizmet edecek mi yeni bir normal oluşacak mı temel mesele burada.  2000’li yılların başından beri ekolojik tahribat ve yaban hayat ortamlarının yok edilmesi bu hızla devam ettiği takdirde hayvandan insana geçen zoonotik salgınların gelmekte olduğuna dair çok fazla uyarı olduğu ve bunların göz ardı edildiği ortaya çıktı- bu durum değişmezse yeni ve daha büyük salgınlara da hazırlıklı olunması gerek, iklim krizinin de etkisiyle bunlar kaçınılmaz olacak. Sistemin kalıcı olarak değişmesini bir tarafa bırakalım, bu pandemi krizi geçince yeni ekolojik tahribatlar engellenebilecek mi?  

Radikal ve süratli bir değişim gerekli ama pandemi krizi geçtiği anda çarkların aynı hızla döneceğinden, hatta arayı kapatmak için daha hızlı dönmeye başlayacağından korkuyorum. Yine de pandeminin bu değişimin tohumlarını iyice yerleştirdiğini düşünüyorum, değişim birdenbire olmayacak ama bu değişim için adımları hızlandıracak.
 
Seçil: Döngüsel ekonomiye geçiş süreçlerinde ekonomik krizi değişim için fırsat mı yoksa tehdit olarak mı görmeli?

Evren: Ekonomiler açısından bakarsak aslında pandemi öncesinde kaynakların hızla tükendiğinin ve hammadde için ithalata bağımlılığın ekonomilerinin kırılganlığı açısından ciddi bir risk olduğunu fark eden ülkeler döngüsel ekonomiye geçiş için stratejiler hazırlamaya ve hedefler koymaya başlamıştı, ama pandeminin derinleştirdiği ekonomik kriz ekonomileri ve bu geçişi destekleyecek finansmanı zora soktu. Kamu ve özel sektörde döngüsel ekonomiye geçiş için tüm bu dönüşümlerin ciddi bir yatırım maliyeti ve finansman ihtiyacı olacak.

Ülkelerin toparlanma paketleri öncelikle sağlık krizini ve ekonomik krizini sonlandırmaya yönelik, bunun yeşil bir toparlanma olması zor gözüküyor ancak bir değişim gerektiğinin de herkes farkında. Bu yönüyle mevcut sistemin değişmesinin gerektiğini, ekonomik, ekolojik ve sosyal istikrarsızlıkları çarpıcı bir şekilde gösterdiği için kriz bir fırsat- ama aynı zamanda finansman ihtiyacını da zora soktuğu için bir risk.

Seçil: Hangi tür faaliyetlerin döngüsel ekonomi kapsamına girdiğini belirlemek, yani sınıflama konusu ve buna bağlı olarak projelerin yeşil finansman kapsamında fonlanabilmesi sürdürülebilir finans alanında temel bir konu. Bu bakımdan "AB Taksonomisi" ve Avrupa Birliği'nin yeşil dönüşüm için yeni büyüme stratejisi olarak tanımlanan "AB Yeşil Mutabakatı"nın öngöreceği yeni ticaret, vergi rejimleri AB ülkeleri ile iş yapan firmalarımızı nasıl etkileyebilir?
 
Evren: Önce Yeşil Mutabakat için kısa bir bilgi vereyim, 2019’un Aralık ayında kabul edilen Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında AB'nin 2050 yılına kadar karbon nötr hale getirilmesi, büyümenin artırılması ve halkının refahının iyileştirilmesi hedefleniyor, döngüsel ekonomiye geçişle de kaynakların daha verimli kullanımının artırılması, iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybının durdurulması ve kirliliğin azaltılması için bir yol haritası sunuluyor. AB karbon nötr olma hedefi doğrultusunda sınırda karbon düzenlemesi mekanizmasıyla yeni vergiler ve tarife-dışı engellerin olduğu yeni bir sistem üzerine çalışmalarını sürdürüyor, yeni kural ve yaptırım mekanizmaları getirilecek- sadece AB ülkeleri değil, AB’ye ihracat gerçekleştiren tüm ülkeler mutlaka etkilenecek.
 
Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında son döngüsel eylem planı ise 2020 Mart ayında açıklandı. Plan, döngüsel ekonomi süreçlerini teşvik edecek eylemlerin yanı sıra sürdürebilir tüketimi desteklemekte ve kaynakların AB ekonomisinde mümkün olan en uzun süre boyunca kalmasını hedeflemekte. Sürdürülebilir ürün politikasının çerçevesi çizilerek, sürdürülebilir tasarım, döngüsel üretim süreçleri ve tüketim gibi alanlarda yeni düzenlemelerin hayata geçirilmesi ve mevcut düzenlemelerin de sıkılaştırılması öngörülüyor. Eylem planı öncelikle elektrik-elektronik, tekstil, plastik, atık, gıda, pil, ambalaj, inşaat ve binalar gibi kaynak kullanımının ve döngüsellik potansiyelinin yüksek olduğu sektörlere odaklanılıyor, ancak çimento, çelik ve kimyasallar sektörleri gibi çevresel etkileri ve döngüsellik potansiyeli yüksek olan grupların da kapsanacağı belirtiliyor. Yasal bağlayıcılığı olan düzenlemelerin yanı sıra gönüllülük esasına dayalı uygulamalar da olacak, bu düzenlemelerin ülkemizde de işletmeler üzerinde önemli etkilerinin olması kaçınılmaz, tüm gelişmeleri yakından takip etmek gerekiyor. Bildiğim kadarıyla TÜSİAD ve bazı dernekler belli sektörlere olası etkilerine ilişkin çalışmalar yapmaya başladı, Bakanlıklarda da çalışma grupları oluşturuldu. Küresel ölçekte ciddi bir rekabet var, öncelikli sektörlerimizi belirleyip bir yol haritası oluşturulması çok önemli.
 
Seçil: Döngüsel ekonomiye geçiş süreci yeni iş alanları, istihdam sağlayabilir mi?

Evren: 2015 yılında AB’de döngüsel ekonomi paketi açıklandığında, döngüsel ekonomiye geçişin 2035 itibarıyla sadece atık sektöründe 170.000 direk iş yaratması beklenildiği açıklanmıştı, açıklanan yeni döngüsel ekonomi eylem planının ise 2030 itibarıyla 700.000 yeni iş yaratması bekleniyor. Örneğin İngiltere için yapılan bir çalışmada, pandemi öncesinde mevcut olan geri kazanım, yeniden kullanım, tamir, yeniden üretim ve geri dönüşüm eğilimlerinde az bir artışın bile 2030 yılı itibarıyla 200.000 yeni iş yaratmasının beklenildiği sonucuna varılmış. Döngüsel ekonomi hayata geçirilirse, inovasyon, eko tasarım, onarım gibi süreçler, kullanım kalıplarında değişiklikler, fiziksel ürün sahibi olmak yerine paylaşım modelleri daha çok hayatımızda olacak, buna göre de yeni iş alanları sağlandığı kadar, bazı iş kolları için de talep düşebilecek. Çalışmalarda döngüsel ekonomiye geçişin yeni işler yaratma potansiyeli veriliyor ama daha ileri analizlerin ve bütünsel etkinin anlaşılabilmesi için ekonomideki dolaylı etkilerinin de çalışılması gerektiğine dikkat çekiliyor. 

İçinde bulunduğumuz dönem hem dijital dönüşüm hem döngüsel ekonomiye geçiş için bir ara dönem. Bu geçişin kazananları olduğu kadar kaybedenleri de olacak, sanayide yapısal değişiklikler çok farklı kabiliyetleri gerektirecek. Bu kapsamda gerekli insan kaynaklarının sağlanması, yeni ihtiyaçlar için yeni özellikler kazandırılması gerekiyor.

Seçil: Kullandığımız cep telefonu, beyaz eşya gibi endüstriyel ürünlere ömür biçilerek üretilmesi tartışması hakkında tüketiciler ve doğal kaynaklar açısından iyi haber gelebilir mi? 

Evren: Kesinlikle tasarımda ve üretimde bir döngüsellik reformuna gidilmesi gerekli. Pek çok ürün bizleri tekrar satın almaya mecbur bırakacak şekilde kısa ömürlü tasarlanıyor, tamir için gerekli parça bulunamıyor veya tamir masrafları bozulmuş ürünün yenisini almaktan daha pahalı, işletim sisteminde güncellemeler sonucu çok iyi çalışan telefon veya bilgisayarlarımızı kullanamaz duruma geliyoruz, inanılmaz hızlı bir tüketim ve tüketime mecbur bırakılma durumu söz konusu… Bu verdiğim örnekler aslında planlı demodelik/eskimişlik olarak tanımlanan ve sürekli tüketimi teşvik eden bir stratejinin örneği, ancak planlı olduğunu ispatlamak zor. Diğer taraftan çevreye etkisine bakarsak bu süreç hem doğal kaynakları yoğun bir şekilde tüketiyor hem de atık dağları oluşuyor. 

AB’nin Döngüsel Ekonomi Eylem Planı altında sürdürülebilir ürün politikasına ilişkin bir çerçeve çizildiğinden bahsetmiştim. AB pazarına giren ürünlerin tasarlanırken, daha uzun süre dayanacak, daha kolay şekilde onarılacak ve güncellenecek, geri dönüşümü ve yeniden kullanımı mümkün olacak şekilde tasarlanması hedefleniyor, tüketicilere “tamir hakkı” getiriliyor. Özellikle elektronik, bilgi ve iletişim, tekstil sektörlerine öncelik verileceği ancak eylem planındaki diğer sektörlerin de kapsanacağı belirtilmiş. Ayrıca tüketicilere güvenilir bilgi sağlanması ve planlı demodeliği değerlendirmek için bağımsız test programlarının oluşturulması da öngörülüyor. Ürün ömürlerinin uzatılması kaynak ve enerji talebini daraltırken, atık oluşum hızını da yavaşlatacak, yani hem tüketiciler hem doğal kaynaklar açısından güzel bir gelişme. 

Seçil: Kamunun, devletin mevzuat altyapısı bu tür dönüşümlerle ilgili nasıl destek olabilir? 

Evren: Döngüsel ekonomiye geçiş için, bütünsel politika tedbirlerinin ve gerekli yatırımların yanı sıra, ileri bir teknolojinin kullanılması ve köklü davranışsal değişiklikler gerekiyor. Yatırımın, inovasyonun ve uygulamaların çoğu özel sektör tarafından yürütülecekse de, yeni düzenleyici çerçevelere ve destekleyici programlara ihtiyaç var. 

Başta AB ülkeleri olmak üzere çok uzun zamandır böyle bir geçiş için zemin hazırlayan ülkeler var, detaylı analizler gerçekleştirerek öncelikli sektörlerini belirlemiş durumdalar, bizde de tüm paydaşlarla birlikte öncelikli sektörlerin belirlenip bir yol haritası hazırlanması gerekiyor. Döngüsel ekonomide temel hedef kaynakların mümkün olan en uzun sürede ekonomide kalması, bu kapsamda enerji ve kaynak verimliliğinin artırılmasına ilişkin düzenlemeler ve teşvikler, fosil yakıttan yenilenebilir enerjiye geçiş, daha yüksek geri kazanım ve geri dönüşüm hedefleri, depozito sistemleri, genişletilmiş üretici sorumluluğu, ürün ömürlerinin uzatılması ve dayanıklıklarının artırılmasına yönelik düzenlemeler, kamu satın alımlarında döngüselliğin teşvik edilmesi, çevre etiketi sisteminin yaygınlaştırılması, çevre politikaları açısından olumsuz dışşallıkları sona erdirmek için caydırıcı düzenlemeler ile vergi ve ceza gibi mali yükümlülükler getirilmesi ve bunların etkin şekilde uygulanması ilk aklıma gelenler. Burada birçok Bakanlığa önemli sorumluluklar düşüyor. Farkındalığın artırılması ve sürdürülebilir tüketimin teşvik edilmesi, bunun için de erken yaşlardan başlayan eğitim ve bilinçlendirme faaliyetleri çok önemli. 

Seçil: Toplumsal değerler ve birey tercihlerinin iş dünyası ve siyasi otoritenin tutumlarında etkili olabileceğini düşündüğümüzde bireyler, tüketici, vatandaş olarak bu dönüşüme katkı sağlamak için ne yapabilir? 

Evren: Elbette bizlerde de köklü davranışsal değişiklikler gerekiyor. Kişisel konforumuzdan tavizler vermeye ne kadar hazırız, aşırı tüketimi terk edebiliyor muyuz? Ben küçük davranışsal değişikliklerin bile bir etkisi olacağına inanıyorum, her bireysel tercihin kümülatif bir sonucu oluyor. 

Giyim sektörünü, elektronik cihazlarımızı ele alalım, her şey modanın güdümündeki hızlı bir tüketim üzerine kurulu. Daha döngüsel yapıdaki trendler ise kalıcılığa dayalı olacak- bu da çok büyük bir dirençle karşılaşacak. Topyekün bir sistem değişikliğine götürür mü emin değilim ama karşılarında bilinçli ve kararlı ne kadar fazla birey olursa bunun dönüşüm için etkisi olacaktır. Tercihlerimizi bu yönde kullanmamız ve etrafımızın da farkındalığını artırmamız gerektiğini düşünüyorum. 

Toplumsal değerlerin dönüşümü konusunda ise aklıma 1992 BM Rio Zirvesi öncesinde o dönemki başkan Baba Bush’un “Amerikan yaşam tarzı müzakereye açık değildir.” açıklaması geliyor, Siyasaldaki derslerimizde bunun üzerine çok tartışmalar yapmıştık, değişmesi gereken tam da bu tür umarsız, sınırsız tüketime dayalı kullan-at tarzı yaşam tarzları... 1992 Rio Zirvesinde henüz lisede öğrenciydim ama 20 sene sonra görevim nedeniyle 2012’de gerçekleşen Rio+20 zirvesinde bulundum. Biz heyetler konferans merkezinin içerisindeyken dışarıda pankartlarıyla bulunan sivil toplum temsilcilerinin “Kuzeyin karnı tok gözü aç“ tarzında pankartları çok dikkatimi çekmişti, 20 yıllık süre zarfında bir Rio zirvesinden diğerine, sonrasında da günümüze bu tür yaşam tarzlarında maalesef bir değişiklik olmadı, umuyorum bundan sonraki süreçlerde bu dönüşümü görebiliriz.

Seçil: Sevgili Evren, etrafımızın farkındalığını artırmamız adına çok önemli bir katkı olduğunu düşündüğüm değerli bilgilerin ve zamanın için gönülden teşekkür ederim.

Evren: Ben de çok teşekkür ediyorum Seçilciğim, öğlen aralarında koşturarak yaptığımız kahve keyiflerinden çok farklı bir buluşma oldu bu sefer, çok keyifli bir sohbetti benim için de :)  

 

                                                                    ***

2 Ocak 2021 Cumartesi

2020’de Sürdürülebilirlik Evreninde Neler Oldu?

2020’de Sürdürülebilirlik Evreninde Neler Oldu? sorusuna hemen size kısa, kestirme bir cevap, 2020’de Sürdürülebilirlik evreninde çok şey oldu. Bu yazıyı küresel planda, özellikle sürdürülebilir finans ayağında gözlenen gelişmeleri aktarmak için yazıyorum. Gelişmelerin ayrıntısına geçmeden önce temeldeki değişimi irdelemek te yerinde olabilir.
 
Sürdürülebilirlik anlayışı, kalkınma ve hayat kalitesinin iyileştirilmesinde “çevre”, “toplum” ve “ekonomi” yaklaşımlarının dengeli bir şekilde yönetilmesine dayanan bir gelecek inşasını hedefliyor. Dünya nüfusunun önümüzdeki 20 yıl içinde 2 milyar daha artacağı ve bu büyümenin pek çok bakımdan zaten yetersiz olan kaynak ve sistemler üzerinde baskı oluşturduğu belirtiliyor (1). Topluma ve çevreye zarar verici sonuçları olabilen ekonomik kalkınmanın kaçınılmaz ve kabul edilebilir olduğuna dair yakın zamana kadar geçerli olan anlayışa karşılık sürdürülebilirlik paradigması temel bir değişim önermekte, ekonomik kalkınma pahasına insanın esenliğine ve gezegene verilebilecek ağır zarar ve ciddi tehditleri reddetmektedir.



Sürdürülebilirlik konusu, 2020 yılı boyunca dünyanın en acil gündem maddelerinden biri olarak tartışıldı ve sorunla mücadele amacıyla devletler, uluslararası kuruluşlar ardı ardına çeşitli taahhütlere girdiklerini açıkladı. Peki bu aşamaya nasıl gelindi? Zira İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana gelişmiş ve gelişen ülkelerde salgın haline gelen gelir, fırsat eşitsizliği toplumsal hastalığı (2)  ve iklim değişikliğinin etkileri 2020’den önce de yoğun olarak yaşanıyordu. Bu noktada fark yaratan gelişme olarak, 2020 yılı ile özdeşleşen, büyük felaket Covid-19 küresel salgınının, başta toplumsal adaletsizlikler olmak üzere, varolan tüm risklerin daha derin algılanmasını sağladığı, sürdürülebilirlik sorununun aciliyetine  bakışı  etkileyerek, yeni inisiyatiflere ivme kazandırdığı ileri sürülüyor. Buna bağlı olarak devletler, uluslararası kuruluşlar, çevre ve topluma etkisi yüksek şirketler sürdürülebilirlik sorunlarıyla başedebilmek için birtakım dikkat çeken, dönüştürücü politika adımları attı. Aşağıda bu adımlara geçmeden son olarak doğasever (3, 4)  ve çevre konusunda aktif vatandaş (5, 6) olarak yediğimiz yemek, içtiğimiz su, soluduğumuz hava demek olan çevre başlığının anlamını tekrar hatırlamak istiyorum. 

Sürdürülebilirlik konusunda ağırlıklı alan çevre olarak görülse de, çevre sorunlarının yıllarca gözardı edildiği de iddia edilebilir. Biliyoruz ki, bilim insanları epeydir uyarıyor, “gezegenimizin tarihinde kırmızı ışığın yandığı ve durup düşünme noktasında olduğumuz zamanlardan geçiliyor”. Artan doğa kaynaklı felaketler (7), ormanların, türlerin azalması/kaybolması, okyanus asitlenmesi, toprak bozulması ile yaşanan çevresel bozulmanın “varoluşsal bir tehdit” oluşturduğu politika yapıcılar, akademi, uluslararası kuruluşlar nezdinde kabul görüyor. Bugün ülkemizin yaşadığı kuraklık tehditi bir yandan da sıkça yaşanan sel felaketleri ile iklim değişikliği ve sonuçları artık hayatımızın bir parçası.(8)    

Covid-19 pandemisinin doğrudan iklim değişikliği kaynaklı olduğuna dair kanıt olmasa da, iklim değişikliği kaynaklı yeni durumların (ormanların azalması, artan ısı nedeniyle hayvanların habitatlarını değiştirmesi) diğer türler ve dünya ile kurduğumuz ilişki değişikliklerinin enfeksiyon riskini artırdığı, iklim krizinin yeni salgınları tetikleyebileceği ifade ediliyor.(9

2020 Yılı Sürdürülebilirlik Haberleri 

• Avrupa Birliği (AB) Yeşil Mutabakatı (EU Green Deal)

Etkisi 10 yıllar sürmesi beklenen bir girişim olduğu için 2019 AB Yeşil Mutabakatı ile başlayalım. Yeşil Mutabakat, AB’nin “sürdürülebilir ekonomi”ye geçiş için açıkladığı “yeni büyüme stratejisi”ni temsil ediyor ve 2050 yılında sıfır karbon salınımı hedefiyle ilk karbon nötr kıta olmayı, ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrışmasını ve toplumsal kapsayıcılık stratejileri ile ekonomik iyileşme ve istihdamın artırılmasını amaçlıyor.

• AB Taksonomi Tüzüğü 

AB Yeşil Mutabakatı’nın gerektirdiği iklim ve enerji alanındaki sürdürülebilir projelere finansmanın yönlendirilmesi için sürdürülebilir ekonomik faaliyet, projeden ne anlaşılması gerektiği konusunda ortak dil, teknik kriterleri belirleyen AB Taksonomi Tüzüğü 12 Temmuz 2020’de yürürlüğe girdi. 

Esasında, finans sektörü, enerji, tarım, ulaşım gibi yeşil dönüşüm politika alanları arasında değil ancak diğer tüm sektörlerde yapılması gereken yatırımların fonlanabilmesi için sürdürülebilir finans/yeşil finans etiketiyle kilit unsur niteliğinde.

Yatırım ve projelerin hangilerinin "Yeşil" (çevreyle uyumlu ve iklim değişikliği amacına hizmet eden) olduğunu tanımlayacak ortak değerlendirme ölçütü bulunmaması, yeşil ve sürdürülebilir yatırım kararı alacak ve başta yeşil tahviller olmak üzere, yeşil finansman sağlayacak şirketlerin yatırım kararlarını olumsuz etkilemekte ve yatırımcılar nezdinde de belirsizliğe neden olabilmektedir. Bu nedenle Tüzük yeşil dönüşümün yatırım-finansman süreçlerine hizmet eden önemli bir adım niteliğinde.

"Yeşil Taksonomi"nin oluşturulması sadece yatırımlar ve finansman imkanlarının geliştirilmesiyle sınırlı kalmayabilecek olup, bu değerlendirme ölçütü esas alınarak, halihazırda hazırlık aşamasında olan ve 2021’de açıklanması beklenen "Sınırda Karbon Ayarlama Mekanizması"nda sınırda karbon vergisi (10)  için de kullanılabilecektir. AB’nin ülkemizin en önemli ticaret partneri olduğu dikkate alındığında konu bizim şirketler kesimi için de önem taşıyor. 

 • AB Yeşil Tahvil Standardı

Yeşil projelerin finansmanında yaygın olarak kullanılan sürdürülebilir finans enstrümanı yeşil tahvil piyasasının gelişmesine hizmet edecek AB yeşil tahvil standardı hukuki çerçeve çalışmaları Ekim 2020’de tamamlanıp kamuoyuna sunuldu. AB 2018 Sürdürülebilir Finans Eylem Planı’nda geçen AB yeşil tahvil standardı ile mevzuat niteliğinde olmayan, gönüllü, karşılaştırılabilirliği, güveni artıran, piyasa katılımcılarının ihraç ve yatırım yapmalarını teşvik eden bir Yeşil Tahvil Standardı hedefleniyor. 

AB 750 milyar Euro değerindeki Covid-19 kurtarma paketinin %30’una karşılık gelecek 225 milyar Euro değerinde yeşil tahvil ihraç edeceğini Eylül 2020’de açıkladı. AB’nin bu ihracının yeşil borçlanma piyasasını destekleyeceği ve diğer ülkelerin AB örneğini takip etmeleri konusunda bir baskı yaratabileceği düşünülüyor. 

 • Ülkelerin Sıfır Karbon Salınım Hedefleri

Dünyanın en büyük ekonomisi olan ve en yüksek karbon salınımını gerçekleştiren Çin 2060, Japonya ve Güney Kore ise 2050 itibariyle sıfır karbon (karbon nötr) ekonomisine geçmeyi hedeflediğini açıkladı. Böylece en büyük 10 ekonomiden 8’inin bu yönde hedefi olduğunu ya da karbon salınımlarını azaltmaya çalıştıklarını öğrendik. İklim ekonomistleri ve çevre uzmanları bu tür karbon taahhütlerinin yenilenebilir enerji gibi alanlarda büyük dönüşüm, yatırım gerektirdiğini ve aynı zamanda ekonomiyi canlandırmak için önemli enstrüman olduğunu belirtiyor. 

 • Şirketlerin Çevre ve Topluma Etkisini Ölçme ve İzlemeye Artan İlgi

Şirketlerin sadece karlılık rakamları, finansal tablo verilerine bakarak değil “finansal olmayan bilgi” olarak anılan, şirketin faaliyetleriyle çevre ve toplum üzerindeki etkisi ve hatta iklim kaynaklı risklerin şirkete etkisi verisini dikkate alan bireysel ve kurumsal yatırımcıların ABD, Avrupa ve Asya piyasalarında artışı yatırım iklimini değiştirdi denilebilir. Şirket bakımından yatırımcının güvenini kazanmak, yatırımcı açısından sorumlu yatırım yapmak değerleri güçlendi. Ancak teknik olarak hem şirketler hem de yatırımcılar için sürdürülebilirlik raporlamasını karmaşıklaştıran standart ve çerçeve bolluğunun basitleştirilmesi için ilgili uluslararası kuruluşlar finansal muhasebe ve sürdürülebilirlik raporlamasını entegre raporlama ile birleştiren işbirliği başlattı.(11)

Bu arada Yeni Zelanda ve Birleşik Krallık büyük şirketleri için iklim risklerini kamuya açıklamayı zorunlu hale getireceklerini açıkladı. 

  • SPK Sürdürülebilirlik İlkeleri Uyum Çerçevesi yayınlandı.

Uzun vadeye dayalı değer yaratma, risk yönetimi, sürdürülebilirlik performansının şeffaflığı sadece yatırımcılar değil düzenleyici kamu kurumları için de önem kazandı. Ülkemizde Sermaye Piyasası Kurulu, Borsa İstanbul, Sürdürülebilirlik Platformu işbirliği ile borsa şirketleri için Sürdürülebilirlik İlkeleri Uyum Çerçevesi yayınlandı. Borsa şirketlerinin bir dizi gönüllü kural çerçevesinde çevre ve topluma etkilerini yıllık olarak Faaliyet raporlarında kamuya açıklamaları, kurallara uymama durumunda gerekçesini açıklama yükümlülüğü geldi.

 • Yenilenebilir Enerji Şirketinin Piyasa Değeri Petrol Şirketini Geride Bıraktı

Ekim 2020’de dünyanın en büyük rüzgar ve güneş enerjisi sağlayıcısı şirketi NextEra Energy’nin piyasa değerinin petrol devi şirket Exxon Mobil Corp.’u geçtiği açıklandı.(12)    

Kaynaklar


(2) Rüzgara Karşı Yarım Yüzyıl Sosyal Kalkınma, Ayşe Kudat, Kalkınma Atölyesi s.2, s.223  



(7) 2017 yılları arasında doğa kaynaklı afetlere maruz kalan ülkeler, toplam 2 trilyon 908 milyar ABD Doları değerinde doğrudan ekonomik zarar rapor etmişlerdir. Bu maddi kaybın 2 trilyon 245 milyar ABD Dolarlık kısmını (toplam kayıpların %77’si) iklim kaynaklı afetler oluşturmuştur. Bir önceki yirmi yıllık periyotta ise (1978 – 1997) doğa kaynaklı afetler sonucu meydana gelen toplam ekonomik kayıp 1 trilyon 313 milyar ABD Doları olmuş, bunun %68’i (895 milyar ABD Doları) iklim kaynaklı afetler sonucunda meydana gelmiştir. Yirmi yıllık iki periyot arasında aşırı hava olaylarında kaynaklanan ekonomik kayıplarda %151’lik bir artış vardır. UNISDR&CRED.2018. Economic Losses, Poverty & Disasters 1998-2017

(8) Son yıllarda jeolojik ya da jeofiziksel afetlerin oluşum sayısında gerçekte önemli bir değişiklik olmamakla birlikte, küresel iklim değişikliğinin de etkisiyle, meteorolojik, klimatolojik ve hidrolojik afetlerin oluşum sayılarında ciddi artışlar olmuştur. Küresel iklim değişikliği nedeniyle, son yıllarda “katastrofik” olarak adlandırılan büyük ölçekli doğa kaynaklı afetlerden hidro-meteorolojik karakterli olanların sayısında 1980 yılından bu yana sürekli ve çok önemli artışlar görülmektedir. Kadıoğlu, Prof.Dr.M. (2012). Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi. Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi Yayını, Ankara 


(10) Küresel karbon salınımının %22 sini temsil eden 61 inisiyatif ile karbon fiyatlamasına geçilmiş ya da geçiş için takvim verilmiştir ve 2019’da hükümetler 45 milyar ABD doları üzerinde gelir elde etmiştir. State and Trends of Carbon Pricing May, 2020 https://openknowledge.worldbank.org/bitstream/handle/10986/33809/9781464815867.pdf?sequence=4&isAllowed=y


20 Temmuz 2020 Pazartesi

AĞAÇLARI ve YILDIZLARI ISKALAYAN HAYATI ISKALAR!


Selçuk Altun'un "Ardıç Ağacının Altında" adlı romanında rastladım "Ağaçları ve Yıldızları Iskalayan Hayatı Iskalar" özdeyişine.  Roman, Tirebolu'da güngörmüş dedesi tarafından büyütülen bankacı, sanat koleksiyoneri, çapkın Erkan'ın çocukken dedesiyle bahçelerindeki Ardıç ağacı altındaki sohbetleriyle, olgunluk çağında aynı ağacın altında yaptığı yaşam muhasebesini anlatıyor. Dededen işitilen Ağaçları ve Yıldızları Iskalayan Hayatı Iskalar öğüdü ile de ara ara okur yoklanıyor. İşte o okurlardan biri olarak, bu söze Anadolu'nun Karadeniz'e kapısı Ilgaz Dağı'nda bir çadır kampında yakalanınca, 1910 metre yüksekte Gökseki Yaylası'ndaki misafirliğimizi, ağaçlarla, yıldızlarla bir olmak neymişi anlatmak şart oldu.  Şehirli, doğasever yüksek dozda oksijene maruz kalınca, tekrar kaleme/klavyeye sarıldı...



Kapak Resmi: Leonardo da Vinci, Ginevra de' Benci Portresi

Corona tedbirleri tedirginliğinde çadır kampına gitmeye karar vermek te hazırlanmak ta kolay olmadı. Açık havadayız (fazlasıyla), küçük bir grubuz telkinleriyle, biz de varız diyebildik. İnsanın kendi sağlığı, toplum sağlığı için uyması gereken asgari kuralların ötesinde risk, tedbir algısı çok değişebiliyor. Alıştığımız yaşantılardan vazgeçmenin, hayatı ıskalamanın burukluğunda hepimiz bir denge bulmaya çalışıyoruz. Ezcümle, çadır, uyku tulumu gibi malzemeler temin edildi, yollara düşüldü.

Ankara'nın kuzey çıkışında Kalecik, Çankırı derken bozkırı geride bırakıp, Karadeniz'in dağına ormanına varıyoruz. Yola çıktığınız andan itibaren insanın gözü kulağı farklı olanı seçmeye başlıyor. Önce yavaş yavaş şehrin kalabalığı çekiliyor. Salgın sonrası şehirlerdeki nüfus yoğunluğunu daha bir hisseder olduk. Hava kirliliği, trafik, altyapı yetersizliği alıştığımız birşeydi de, hastalık riski stresi artırdı. Köyden kente göçü konuşuyoruz yolda. Gideceğimiz yaylada tanıdıkları olan arkadaşımız anlatıyor, yörede kentte işi olmayan gence kız vermiyorlarmış diye... Şehirler, yaşam tarzı, iş olanaklarıyla cazibeli görünüyor. Yine de iklim krizinin tüm dünyanın ortak meselesi olduğu günümüzde, yüksek nüfusun, şehirlerdeki yoğunlaşmanın temel problem olarak görüldüğüne bir not düşelim.

Taş, tomruk düşebilir, Ayı çıkabilir...

Kastamonu tarafı, Ilgaz bölgesi ayılarıyla ünlü malum. Gitmeden yaban hayvanlarına karşı kampçıların dikkat etmesi gerekenleri araştırdım dahası köyde yaşayanlardan ayıların bu mevsimde daha aşağılarda orman meyvelerinin tadını çıkardığını, yavrularını beslediği bilgisini alsam da, yolda Karayolları Genel Müdürlüğü'nün karşıdan karşıya geçen ayı tabelasını görünce aldı mı gene bir korku... gece yatmadan, -Allahım yattığım gibi kalkmayı nasip et teslimiyetiyle, gözlerimi kapatabildim.

Yaylaya çıkmadan Çatören'de köyün sakinlerinden Mustafa Bey ile yaptığımız sohbette bu sene yağmurlardan orman coştu, devletin kredileriyle manda yetiştiriciliği yapıyoruz gibi havadisleri alıp, çayını içtikten sonra, traktör pikap önde bizim arabalar arkada, hep beraber kamp yerine hareket ettik. Yazın ortasında Karadeniz'in dağlarında çiçekler, dere hala ilkbahar... 

Bu ne güzel memleket, yüksek dağlarında kış,
Yollarında sonbahar, deresinde ilkbahar
Altın günışığında yazın sıcaklığı var

İnebolu, 1921, Nazım Hikmet

Fotoğraf: Gökhan Koçak

Orman yolu kenarında birikmiş tomruk dizilerinin eşliğinde kıvrıla kıvrıla varıyoruz Gökseki'ye. 50 km.'lik oval bir kütle olduğu söylenen Ilgaz Dağları'nın Büyükhacet (2587 mt) ve Küçükhacet (2546 mt) zirveleri, serin rüzgar ve civar çayırlarda salınan ineklerin çan sesleri karşılıyor bizi. Derin birkaç nefes ile nerede olduğumuzun farkına varıp, Küçükhacet'in eteğinde, suya yakın, çadır kurmaya uygun bir yer belirleyip, işe girişiyoruz.



Fotoğraf: Hüseyin Sarı


Fotoğraf: Gökhan Koçak


Fotoğraf: Gökhan Koçak

Fotoğraf: Hüseyin Sarı


İlk kez kamp çadırı kurmanın acemiliği belli oldu ki, yakınlarda sürüsüne gözkulak olan, çobanlık yaptığını tahmin ettiğimiz Orhan yanımıza yaklaşıp, (rahmetli babamın adaşı olunca ismini hemen öğrendim.) gece rüzgarda uçar bu çadır uyarısıyla, önce çadırın yerini sonra çaktığımız kazıkları beğenmedi. Çadırınızı sağlam kazığa bağlamak istiyorsanız, büyük taşlar bulmanız lazım dedi. Bakındım etraf çayır çimen, taş yok. 5 dakika geçmedi, irili ufaklı bir çuval taş, bir de büyük çekiçle çıktı geldi sağolsun. Öğrendik ki, Orhan askerliğini komando olarak yapmış, 17 kişilik çadırlar, kurarlarmış... 



Şanslıydık, gece fırtına, yağmura yakalanmadık. Nemli soğuktan ve yaylanın seslerine kulak kesilme merakından sık sık uyandım. Bir ses vardı ki, gece boyunca bütün mekana hakim ve adeta hizaya getiren bir tonda uzun uzun yankılandı. Sabah arkadaşlara -neydi o ses ya, diye hayretle sorduğumda, -baykuş o baykuş, dendi konu kapandı. NTV Radyo'da Şehir Kuşçusu programında gece baykuşu'nun anlatımına rastlayınca geçenlerde, internetten ses kayıtlarını dinledim ama yok o değil. Ya bizim kuşun nefesi kuvvetliydi ya da yayla ortamında ötüşü bir başka yankılanıyordu bana...

Büyükhacet'e zirve yapmadan dönmeye razı olmayan dağcı ekip sabaha karşı saat beşte yola çıktı... Önceki gün yaptığım yürüyüşten memnun, biraz da "durma" ihtiyacıyla,
 kahvaltı hazırlamakla görevli gruba katıldım.  Dağ şartlarında kahvaltı, çay, menemen hazırlığı da başlıbaşına bir iş. Biz de o heyecanla vazifemizi yaptık.


Fotoğraf: Hüseyin Sarı

Mustafa Bey'in oğlu Hakan ince bir misafirperverlikle kahvaltı için taze sağılmış, kaynatılmış süt getirdi.  Plastik kredi kartlarımızı uzatarak marketten almaya alıştığımız sütten bir hayli yağlı, kokulu sütü içerken, az önce sabunla elimi yıkadığım yalakta yanıbaşımda su içen mülayim ineği düşündüm... Hay Allah, sabun hayvancağızın suyuna karıştı gibi ekolojik farkındalıklar böyle ortamlarda en basit haliyle, doğrudan yaşanıyor.

İnsan eliyle kurulan şehir düzenlerimizde doğayla bağımız zayıflayınca, doğanın güzelliğini yaşamak, koruma sorumluluğu ve hatta doğanın bir parçası olduğumuz için kaderimizin de aslında bir olduğu gerçeğini anlamak kolay olmuyor.  Bu anlayış ve yakınlaşmanın en kolay yolu doğada vakit geçirmek belki de. İnsana fiziksel, psikolojik faydasını bilim de onaylıyor.  Teknoloji bağımlılığı ve Corona nedeniyle kapalı kalma konularına hiç girmiyorum...

Güneş batmaya yakın gökyüzünde -Mai ve Siyah sonra -Kızıl ve Kara'nın karışması seyirlikti.  Gece yakılan kamp ateşinde, önce yıldızların ışıltısı ardından da Küçükhacet'in arkasından parlak temiz bir beyaz ışık olarak yükselen ay gecemizi aydınlattı.  4 Temmuz'daki Dolunay'ı Ankara'dan resimleyen sosyal medya fotoğraflarındaki sarımsı ve dalgalı ayın bizim gördüğümüz ay ile ilgisi yoktu. Hava kirliliği ya da zamanlama farkı mı emin olamadım.

Fotoğraf: Gökhan Koçak

Fotoğraf: Gökhan Koçak


Fotoğraf: Gökhan Koçak


Fotoğraf: Gökhan Koçak

Yazıyı bitirirken, hatırlanmazsa olmaz -Ilgaz Anadolu'nun sen yüce bir dağısın- eşliğinde, burada ismi geçen geçmeyen tüm kamp arkadaşlarıma ve yazıyı buraya kadar okuyan herkese selam ederim, sağlıcakla ve doğayla kalın...

22 Şubat 2020 Cumartesi

"ÖLÜ CANLAR" "AKILLI YÜREK"lere NE ANLATTI?

...
-İnan ki, sıradan bir insanın yapamayacağı bir işe girişmiş bulunuyorum.  Bu roman sanat hayatımın doruğu, önemli bir dönüm noktası olacak...gerektiği gibi gerçekleştirebilirsem.  Yepyeni, görülmemiş, duyulmamış çok değişik bir konu üzerine kurulmuş, anıtsal bir yapı. Çeşitli kişiler, bir alem! Adımı taşıyacak ilk gerçek eserim olacak!

Rus edebiyatının öncüsü  Nicolai Gogol, başyapıtı "Ölü Canlar"ı yazmaya çalışırken, 1835 yılında arkadaşı Aleksandr Puşkin'e yazdığı mektubunda böyle sesleniyordu... İnsan yazarın bu samimiyet ve heyecan yüklü satırları hatırına bile "Ölü Canlar"'ı okuyabilir...



-Nicolai Gogol-
1809-1852

İşyerinde bir grup kitapsever arkadaş ile kurduğumuz "Akıllı Yürek" Kitap Kulübünde ilk kitap olarak Gogol'un 1842 yılında yayınladığı Ölü Canlar'ı okuduk geçtiğimiz haftalarda.  Gogol'ün canlı bir mizah ile harmanladığı güçlü yergi dilini, alem kişilerini keşfetmek, yazarın yaşamını, kitabı yazım, yayınlatma sürecini, eserin bugüne etkilerini tartışmak, birbirimizden öğrenmek, zenginleştirici bir deneyim oldu. Bu satırlara geldiyseniz artık anlaşılmıştır -"Ölü Canlar" "Akıllı Yürek"lere ne anlattı? başlığında kastettiğim, bu okumadan kalan izleri paylaşmak. Bu arada kulübün ismini merak edenlere not,  Akıllı Yürek* deyişi edebiyat'ı temsil ediyor.

Gogol'un sadece Rus edebiyatını değil, dünya edebiyatından pekçok yazarı üslup olarak derinden etkilediği kabul ediliyor.  Bu etkiyi anlamak için Dostoyevsky'e atfedilen "Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık." sözünü hatırlamak yeterli olacaktır.

Gogol'un başyapıtının keyifle okunması, cazibesi yanında, kitabın bir bakıma yazarının mahvına sebep olması gibi üzücü, trajik bir yönü de var. Hem kitabı, hem de yazarın hayatına etkisini bahsetmeye çalışacağım yazıda. Kitaptan başlayalım öyleyse...

Ölü Canlar Ne ola ki ? Konusu Ne?

Bir zamanlar orta düzeyde bir memur olan, ne yakışıklı ne çirkin, ne şişman ne zayıf, her yönüyle orta halli, parlak bir zekaya sahip olmayan, aşırı kibar, hafif boynu bükük, mütevazi Çiçikov'un Rusya'nın bozkırında, at arabasıyla, iki uşağı eşliğinde yaptığı seyahatlerinde, Çarlık Rusya'sının toprak sahiplerine yanaşarak, onlara ölmüş ancak yenilenmeyen nüfus sayımları nedeniyle kağıt üstünde yaşar görünen ve vergi ödedikleri köylülerini, canlarını satın alma teklifini anlatıyor.  
Çiçikov'un amacı kağıt üstünde sahip olduğu canları teminat göstererek toprak almak, toplumda bir yer, isim edinmektir.  Çiçikov kısa yoldan zengin, toprak sahibi ve saygın bir kişi olma yanına arada bir de aile kurmayı hayal etmektedir.  Baş karakterin yanısıra roman boyunca karikatürize edilmiş denecek kadar uç özellikleri olan çiftlik sahiplerinin bu ahlaksız teklife karşı tutumları, kişilerin, bürokrasinin, toplumun her kesiminin yozlaşması, amansız bir hicivle ancak bir o kadar da neşeli, özgür bir tonda aktarılıyor.  
Konu insanlık yönüyle rahatsız edici olsa da, mizahın gücüyle karanlık bir roman değil.  Kitapta, doğal olarak Rus kültürü, toprağı, dili, yeme içmesi ki, bayağı önemli bir yer tutuyor yemek konusu, uzun uzun anlatılıyor. O balıklı börekleri, soğanlı sucukları, mersin balığını yemek, uçsuz bucaksız yollarda yolculuk yapmak istiyorsunuz okurken.

Dil konusunda herkese kendi anadili tatlı geliyor olsa gerek, Gogol kitapta Rusçayı başka dillerle kıyasladıktan sonra bir ara diyor ki "Hiçbir söz yoktur ki yürekten kopup gelen, canlı, yerinde, güçlü Rusça'nın yerini alsın." Bu kısım bana bir başka yazarın, Albert Camus'nun "Benim anavatanım Fransızcadır." sözünü anımsattı. Yazı insanları için dil ne demek, kimliği, ruhu nasıl etkileri göstermesi bakımından ilginç.

Yazarın en duygusal olduğu konular, Rusya'nın kalkınma sorunu, ekonomik olarak geri kalması, toplumsal meseleleri.  İnsanın açgözlülüğünü, hırsını simgeleyen karakterler, insan ilişkileri, diyaloglar ise en renkli, keyifli bölümler.

Ölü Canlar Her Yerde !

Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer önemli nokta da, "Ölü Can" kitapta sadece köylü/köle alışverişini değil, hayata bağlılıklarını, heyecanlarını yitirmiş, yaşamın içinde akıp giden, adeta canı çekilmiş, insanları da simgeliyor. "Ruhu canlandıracak kişiler" tabiri kullanıyor mesela böyle olmayanlar için.

Ölü Ruhlar mı, Ölü Canlar mı?

Batı dillerinde kitap "Ölü Ruhlar", "Dead Souls", "Les Ames Mortes" başlığı ile anılırken, Türkçe çevirideki -ölü can- ifadedeki zıtlıktan ötürü bana çok daha etkili geliyor.  Orijinalindeki kelime hem can hem ruh anlamına geldiği için bu ikilik doğmuş çevirilerde.



-Türkçe "Ölü Canlar"-

Gogol Ölü Canlar'ı 1841'de tamamlamış, sansüre sunmuştu. Sansür romanın adını ve yergi yönünü sakıncalı buldu, değiştirilmesini istedi. Bunun üzerine Gogol romanı "Çiçikov'un Maceraları ya da Ölü Canlar" adı altında 1842 yılında yayınlayabildi. Bir de düzyazı, roman olan eserini "poem" yani şiir diye niteledi... Bu ilk baskıyı yansıtan Türkçe kapak bulamadığım için Fransızcasını görüyorsunuz aşağıda.


-Çiçikov'un Maceraları- 
ya da 
-Ölü Canlar-
-Şiir- 
1842

Küçük yaşlarından itibaren oyun ve şiir yazan Ukrayna doğumlu yazar "Müfettiş", "Palto" ve "Burun" isimli eserlerinin getirdiği büyük başarı ve ünün ardından Rusya hakkında uzaktan, belli bir mesafede daha iyi yazabileceğini düşünerek, Avrupa seyahatine çıkar ve bir süre Roma'ya yerleşerek, Ölü Canlar'ı büyük ölçüde Roma'da yazar.


-Gogol'un Roma'da geçirdiği zamanın anısına Roma'da bulunan plak-

Çeşitli kaynaklarda Gogol'ün Ölü Canlar'ı Dante'nin 3 bölümlük İlahi Komedya'sının modern çağdaki temsili gibi 3 bölüm halinde yazmayı planladığı belirtiliyor.  Çiçikov'un sahtekarlıklarının, insanın, toplumun kötü yönlerinin anlatıldığı, Dante'nin eserine kıyasen Cehennem sayılabilecek birinci bölümden sonra kahramanın erdemli bir insana evrilmesi, üçüncü bölümde ise toplumun dirilişini anlatmayı planladığı belirtiliyor.  Gogol ikinci bölümü yazar ancak üretkenliği ve yaratıcılığı azalmıştır ve düştüğü derin bunalımın etkisiyle 1852'de yazdıklarını yakar. Kurtarılan kısımlar ve arkadaşlarının karalamaları bulup temize çekmesiyle bugün okuduğumuz eser ortaya çıkar.  Yakma hadisesini izleyen 9. günde yeme içmeyi reddeden büyük yazar hayatını kaybeder.  Hayata ızdırap içinde, yazdıklarını yakarak veda ettiğini öğrendiğimde, irkildim ve hüzünlendim.  Kitapta bugün çok ta alışık olmadığımız bir üslupla, ara ara kendisi olarak, yazar olarak konuşuyor, anlatıcı olarak halini, duygularını, güçlüklerini paylaşıyor, okurla bağ kuruyordu, sanırım bundan kaynakladı duygularım.

-Kitabın 1846'da yayınlanan ikinci baskısına Gogol'un tasarladığı Kapak, 
-Konuyla ilgili birçok görsel detay içeriyor-

Kitaptan Alıntılar ile bitirelim.


"Dünyayı görmek, değişik insanlarla tanışmak, canlı bir kitap okumaya benzer, başlı başına bir bilim sayılır."

"Korku vebadan da bulaşıcıdır"

"Bugünün ateşli gencine ihtiyarlıkta alacağı şekil gösterilse korkuyla irkilir."

Ne anneye ne babaya yeni doğan birine benziyor.

"Bilgeliği bazen diz çöktürüyordu."

"Şehirlerin yemek içmek kadar dedikoduya da ihtiyacı vardır."

"İnsanın bir emeli olduktan sonra artık amacı ona ulaşmak olmalıdır arada söylenen boş sözlerin ne kıymeti var."

"Çiçikov uyuyor ama konuştuklarımızı duyabilir yazar kahramanı ile asla bozuşmaz daha iki bölüm var önümüzde."

"İnsanlık tarihinde büyük hataların yapılmasına rağmen insanlar buna rağmen gündüz güneş, gece ayışığının aydınlatmasıyla bu kör karanlıkta yürürler."

"Bunları yazıyorum diye yurtseverler beni suçlayacak, "vatanın namusuna dokunacak bir olayı" anlatıyorum diye. Yabancılar ne der ne gereği var gibi..."

"Acaba içimizden hangimiz için din inancıyla dolu olarak kendini dinleyerek sessizce şu güç soruyu sorabilir
"Acaba bende de Çiçikov'dan bi parçacık yok mu? "

“Yarara bakın, güzelliğe değil. Güzellik kendiliğinden gelir. En iyi, en güzel kentler kendiliğinden inşa edilen kentlerdir.”

"Bence bu işi tatlılıkla halletmek mümkün, herşey aracıya bağlıdır."

"Balık bulanık suda avlanır. ..Karıştır...."

"Herşeyin başında sükunet gelir."

"Tavuğun tüyünü yolarken bile bağırtmaz."

"Yoksul bakımsız ve dağınıksın.
Sen açık boş tekdüze bir düzlüksün
Göze batan, göz kamaştıran hiçbirşey yoktur."

"Efendim aramızda hangimiz iyidir gerçekte..."

"Bilgeliğin, saygının, güvenin sırlarını açın bana."

"Zengin olmak isterseniz hiç olamazsınız, zengin olmak için zamanı unutarak çok çalışmak gerekir."






* Akıllı Yürek, Un Coeur Intelligent, Alain Finkielkraut







































10 Şubat 2020 Pazartesi

OKUL ÖNCESİ ÇOCUKLARA İNGİLİZCE ÖĞRENİRKEN YARDIMCI OLABİLİRSİNİZ !



İngilizce öğrenmek, etkili biçimde yazıp konuşabilmek başta öğrenciler, anne babalar, eğitimciler olmak üzere çoğumuzun meselesi.  Hatta milli bir mesele de denilebilir.  Ortaokulda, lisede yıllarca İngilizce derslerine girip verim alamayan, devlet okullarının dil eğitiminden tatmin olmayan dünün öğrencileri,  bugün İngilizce çocuklarının önünde bir engel değil fırsat olsun diye türlü fedakarlıklarla çocuklarını kolejlere, özel derslere gönderiyor.  Başka ülkelerde de benzer çabalar var. Nasıl olmasın, gittikçe küçülen, global köyümüzde bugün kültürel, sosyal, mesleki ilişkiler hep İngilizce üzerinden kuruluyor.  

İngilizce öğrenme yaşı şehirlerde okul öncesine inmişken, bu erken dönemde anne babaların çocuklara destek olabileceğini yaşayarak gördüm ve bu deneyimimi paylaşmak istedim.  Öğretmen ya da eğitimci olmadığım için yazdıklarımı "Hekimden değil çekenden sor." demişler tadında okuyabilirsiniz.  Önerilerin yalnız dil öğrenmeye değil aynı zamanda çok daha değerli bir şeye, çocuğunuzla bağ kurmaya, güzel hatıralar biriktirmeye yarayacağını da düşünüyorum.    

 Kızım Bahar 4.5 yaşındayken, 1 yılımızı geçirmek üzere İngiltere'ye taşınmamız gerekti.  Bu bir yıllık zaman zarfında, annesi üniversitede yüksek lisans/master yapacak, kendisi de bir ana okulunda dil öğrenecekti.  Kulağa çok güzel, pratik geliyor değil mi, hatta dört beş yaşlarında İngiltere'de bulunma imkanı olan bir çocuğun İngilizceyi öğrenmesinden daha kolay, doğal ne olabilir diye de düşünebilirsiniz.  Doğru -6 aylık- bir süreçte, bu yaştaki çocuklar dile uyum sağlamaya başlıyor.  Ama o 6 ayı çocuğun hangi duygu ve çabayla geçirdiği de hiç hafife alınmamalı. Yaşarken dışarıdan bakıldığı kadar rahat ve hızlı geçmiyor o günler.  Zira, ülke değiştirmek aynı zamanda çocuğun bildiği, alıştığı, evini, okulunu, arkadaşlarını, akrabalarını geride bırakıp, bütün bunların bir başkası ile doldurulmaya çalışıldığı, anlamadığı yabancı bir dilin konuşulduğu ortama geçmek anlamına geliyor.  Öte yandan çevrenizdeki 4 yaş çocuklarından gözlemlersiniz, bu yaşta çocuklar genellikle artık kendini neredeyse bütünüyle ifade edebilen, ilgi çekmekten, rekabet etmekten hoşlanan yapıda olur.  Hal böyleyken, bilmediği bir dilin konuşulduğu okula, sınıf ortamına başlamak çocuğun birden sağır dilsiz olmasıyla eşdeğer adeta... 


  
Ekim 2007, Londra

  Kızım için zorlu ama verimli de olabilecek bu bir yılı nasıl sağlıklı bir şekilde geçiririz diye düşünürken, ilk iş bir okul bulmak oldu.  İngiltere'de 5 yaşını doldurmuş çocuklar için okula başlama zorunluluğu var.  4.5 yaş içinse devletin bir yükümlülüğü yoktu.  Buna karşın Londra'da, Islington semtindeki Hugh Myddelton İlkokulu Bahar'ı Anaokullarına (reception class) kabul etti, o günkü anlayışı bugün hala şükranla anıyorum.  




Hugh Myddelton İlkokulu dışarıdan bakıldığında fiziki imkanları son derece mütevazi olmakla beraber bir yıl boyunca hergün farklı kitapla öğrencisini eve gönderecek kadar geniş kütüphaneli, 
anasınıfında projeksiyon cihazı, bilgisayarı olan, Ofsted (Office for Standards in Education, Eğitimde Standartlar Dairesi) puanı yüksek, başarılı bir okuldu.  
      
Okul iyi hoş ta olsa, dil engelinin zorlukları mutlaka yaşanıyor.  Çocuğun derdini anlatmaya, kendini ifade etmeye başladığında daha kolay uyum sağlayacağını düşünerek, anne baba evde destek vermeye çalışıyor, uzun uzun evde kitap okuyoruz.  Akıllı telefon, tablet çağında değiliz henüz... hatta ilk zamanlar evde internet yok, televizyon yok, o kadar yani...    

Derken birgün, Bahar okula başladıktan iki ay sonra üniversitenin kütüphanesinde çalışırken, gazetede bir haber gözüme ilişiyor.  Çocuklara müzikle, şarkılarla kolay İngilizce öğretin "SingIn" kampanyasına katılın, şu filmleri, müzikalleri seyredin türünden bir haber.  Londra, 70 milletten yabancının, ailelerin geldiği bir başkent olunca, bu insanların topluma kolay uyum sağlaması için kamu hizmetleri eksik değil. Bu kampanya da o türden bir girişimdi sanırım.  Haberi okuyunca heyecanlanıp, hemen en çok önerilen "The Sound of Music" filminin dvds'sini almak için Angel metro istasyonundaki Borders kitapçısında alıyorum soluğu. 


"The Sound of Music" 

("Neşeli Günler" olarak biliyoruz biz)

"The Sound of Music"  bizde bilinen adıyla  "Neşeli Günler", sinema tarihine geçen bir müzikal drama. Film, annelerini kaybeden 7 kardeşin, asker babalarının disipliniyle Avusturya Alplerinde geçen yaşamına, müzik ve doğa tutkunu çocuk bakıcısının (sadece bakıcı demeye gönlüm razı olmaz, Maria, Julie Andrews) katılmasıyla renklenen hikayesini anlatıyor. Maria dağlarda, evde çocuklara notalar ile müziğin dilini öğretirken, akılda kalan güzel şarkı sözleriyle de bize, dil öğrenmeye yardımcı oluyor.
....



Do-Re-Mi
The Sound of Music 

When you read you begin with A, B, C
( Okumaya A, B, C ile başlarsın)

When you sing you begin with Do, Re, Mi
(Şarkı söylemeye Do, Re, Mi ile başlarsın)
...  

Aralık ayındaki uzun Noel tatilinde evde defalarca izlediğimiz bu müzikaldeki şarkıları yalnız dinlemekle kalmadık, öğrenmeye yardımı olsun diye şarkıları resimledik, yazıya döktük beraber.  Nasıl mı, işte aşağıdaki resimdeki gibi.


                              Do-Re-Mi şarkısını anlamak ve ezberlemek için resmini çizdik.

Sonra ne oldu...Ocak ayı başlarında tatil dönüşü okulun ilk günü, bahçede sınıf sırasında beklerken Bahar beni çekiştiriyor, öğretmenime (Stephanie Taylor, onu da sevgiyle anmış olalım) şarkı söyleyeceğim diye.  Daha önce hiç yaptığı birşey değil.  Gittik yanına öğretmenimizin, söyledim bir şarkı söyleyecekmiş size diye.  Başladı şarkıya "Do a Deer, a female deer, re, a drop of golden sun...", öğretmenin ve benim şaşkın bakışları altında tamamladı... Şarkı çocuğun, öğretmenine karşı güven duyan, kendini göstermek isteyen sesi, öğrenmemizde bir eşik olmuştu sanki.  Bugün bile o tanıdık melodiler kulağıma geldiğinde, anneannesinin, kızımın deyimiyl, 50 metrekarelik, kutu evimiz gözümde canlanıyor.  

On gün sonra da okul çantasından aşağıdaki kart, takdir belgesi çıktı, "Getting more confident with speaking in class." "Sınıfta konuşurken daha güvenli olmaya başladı." yazılı.  


"Getting more confident with speaking in class." 
"Sınıfta konuşurken daha güvenli olmaya başladı."
(18.01.2008)

İngiltere'de anaokullarında dil öğretirken kullandıkları "phonics", "Jolly Phonics" yönteminden de yararlanabilirsiniz eğlenceli bir şekilde.  Phonics yaklaşımında,  her harf, bir ses, eylem, şarkı ve hatta bir hikaye ile bağlanarak akılda kalıyor. Aşağıda gördüğünüz resimden daha ileri bir uygulaması var aslında, video linki yardımcı olabilir. 




Bu da bizim, Phonics kitabımız

Jolly Phonics


Ants on the apple... eee
Balls are bouncing.... bıh bıh bıh
Caterpillars coughing... kıh kıh kıh
Dolls are dancing.... dıh dıh dıh
Eggs in the Eggcup... eee
Flies are flying... fı fı fı
Goats are giggling... gı gı gı
helicopter hovering... hıhıhı
insects itchy.. iiii
....

Kendi resimleme, oyun ve şarkılarınızla "yaparak öğrenmeyi" deneyebilirsiniz.  




Çocukların ve hatta yetişkinlerin hikaye, müzik ve oyunla öğrenmekten keyif almasını sağlayacak birkaç öneri ile bitirelim. 




















My Favourite Things
The Sound of Music 





"Sixteen Going on Seventeen"
-The Sound of Music-